21. Yüzyılda Din ve Bilim

Matris’i Yeniden Oluşturmak

Günümüz Batı toplumları, bilime nasıl yaklaşılması gerektiği konusunda büyük ölçüde kararsızdır. Bir yandan, insanın çıkarlarına hizmet etmek üzere yön verilebilecek yüksek teknolojilerin hâkimiyetindeki bir evrene ulaşma hayaliyle bilimin bu yöndeki abartılı beklentileri ve şişirilmiş umutları karşılaması beklenmekte, öte yandan, bilime keskin biçimde karşı olanlar tarafından bugünkü sıkıntılarımızın hepsinin bilimden kaynaklandığına inanılmaktadırlar. Bu görüşü benimseyen kimseler bilim adamlarını, doğanın irdelenmemesi gereken gizemlerini zorla ortaya çıkaran, insan genomunun dizilimini araştırarak ve evreni bir arada tutan temel güçleri ortaya çıkararak tanrıcılık oynayan tekinsiz, işgüzar kimseler olarak görürler.

21’inci yüzyılda, özellikle biyoloji bilimlerinde atılacağı öngörülen büyük adımlar, hiç şüphesiz ki insanın kimliği ve insanın değeri gibi kavramlara yüklediğimiz anlamlar bağlamında daha da fazla sorunlara gebe olabilecektir. Bilimsel gelişmeler, bilimin kendisinin dahi cevaplamakta yetersiz kaldığı birtakım soru işaretleri doğurmaktadır. Sinirbilim ve yeni genetik araştırmaları gibi biyolojik yapımızı günden güne daha da ayrıntılı biçimde açıklayan bilimsel disiplinlerin gelişimi karşısında insanlık onurunu, adaleti ve insanın değerini muhafaza etmek istiyorsak eğer, elimizin altındaki tüm kaynaklardan yararlanmamız gerekecektir. İşte bu sebeptendir ki, bilimsel araştırmalara ayrılan mali kaynakların önemli bir kısmı, bilimsel gelişmelerden kaynaklanan ve gün geçtikçe çoğalan ahlâki ve etik sorunsalların çözümü için etik uzmanları, felsefeciler ve teologlara aktarılmaktadır. Münazaralar ve tartışmalar aracılığıyla kamuoyu ciddi biçimde bilinçlendirilmediği takdirde, bilimin birçoklarınca insanlık onurunu aşağılayan bir çeşit tehdit olarak algılanmaya devam etmesi kaçınılmaz olacaktır.

Bu bağlamda, bilimin, popüler kültürde –hatta bazı bilimsel çevrelerde bile– dinsel inançlara karşıt bir akımmış gibi yansıtılması çok üzücüdür. 19’uncu yüzyılın sonunda hâkim olan iyimser havanın etkisiyle oluşan yaygın kanı, bilim ve eğitimin yaygınlaşmasıyla dinsel inançların kendiliğinden devre dışı kalacakları yönündeydi. Söz konusu dönemin üzerinden yüzyılı aşkın bir süre geçti; günümüzde artık o zamanki yaygın kanıların doğru olmadığını görüyoruz. Neticede dinsel inançlar dünya nüfusunun büyük çoğunluğu üzerinde, olumlu veya olumsuz, önemli ölçüde etkili olmayı sürdürmektedir: 21’inci yüzyılın başında, dünya nüfusunun % 87’si kendilerini bir “dinin mensubu” kabul etmektedir.1 Avrupa gibi dünyanın teknolojik olarak gelişmiş bazı bölgelerinde, 20’nci yüzyıl sonlarında örgütlü dine bağlılık oranlarında azalma görüldüyse de, hangi alanı kıstas alırsanız alın bilim konusunda dünya lideri olan ABD’deyse tam tersi bir eğilim gözlenmiş ve dinsel örgütlenmede patlama yaşanmıştır. Gidişata bakılırsa hem bilim hem de din daha nice yıllar boyunca etkinliklerini koruyacaklardır. Aslında azınlıkta olan ama sesini duyurmakta oldukça başarılı olan bir grup bilim adamı da nedense, insanın ahlâki değerlerini doğrulamak üzere dinin sağladığı altyapıdan yararlanmaktansa, bilimi, dinsel inançlara saldırmak için bir silah olarak kullanmayı yeğlemektedir. Öbür yandan diğer uçta yer alan yaratılışçılar da, Amerikan okullarında evrim öğretisinin müfredattan çıkarılması için yoğun bir kampanya sürdürmektedir. Neticede bilim ve din arasında, medyanın uç görüşlere yer verip ılımlı görüşleri bastırmasının da etkisiyle, gereksiz bir kutuplaşma oluşmuştur.

Bu kitap, söz konusu meseleyi aşırı uçtaki kimselerin söylemlerini işitmekten sıkılan ve çalışma düzenlerinin yoğunluğu sebebiyle süregelen bu tartışmaya müdahil olabilecek vakti ancak nadiren bulabilen, ama her halükârda aşırı uçtaki görüşleri benimsemeyen ve aslında çoğunlukta olmalarına rağmen sesleri işitilmeyen bilim adamlarının bakış açısından yansıtmayı amaçlar.

 

---

 

‘Bu kitap, bütünleşik dünya görüşü dahilinde bilim ve inancı bir araya getirmek adına oldukça iyi biçimde ortaya konulan bir savı temsil eder.  Dr. Alexander, hem bilimin hem de inancın uygun bir biçimde kabul edebileceği ve anlayabileceği insancıl bir üslup ve sıcaklıkla yazar.  Kitap, ayrıca teknolojik gelişimlerle sürüklenen, ama çevre bilincine sahip bir toplum içerisinde hayatlarımızı düzene sokmak konusunda bir çerçeve çizer. Elinizdeki bu eser, yazarın bilim ve inanç alanlarında yazarın şahsi tecrübelerini zengin bir biçimde ortaya koyan dengeli bir yazındır.  Kitap, bilim adamlarını olduğu kadar sıradan insanları da modern bilimin üzerinde kök saldığı tek tanrılı altyapıyı ciddiye almaya çağırır. Bu teolojik altyapı, günümüzde halen çağdaş bilimsel girişimleri ve insan onurunu desteklemeyi sürdürmektedir.’

- Robert S. White (Cambridge Üniversitesi Jeofizik profesörü)

 
Konular: 
Yayınevi: 
Yıl: 
2010

Yeni yorum ekle