İBRAHİM ANLATISININ TARİHSELLİĞİ VE KUŞKUCU BİLİM ADAMLARININ SINIFTA KALMASI


img




İbrahim peygamber tek tanrılı dinlerin atası olarak kabul edilmektedir. Kutsal Kitap derki putperest bir ortamda yetişmiş olan İbrahim “RAB’be iman etti, RAB bunu ona doğruluk saydı.” (Yaratılış 15:6)



İbrahim’in hayatı ve tarihselliği özellikle kuşkucu tarihçiler tarafından reddedilmektedir. Şöyle ki İbrahim anlatısı bu çevreler tarafından zamanla birikmiş olan geleneklerin ve mitlerin bir sonucu olarak kabul görür. Ne var ki, Orta Doğu’da yapılan birçok keşif Tevrat metninin İbrahim’in yaşadığı dönemi doğru bir şekilde yansıttığını göstermektedir.



Daha önceden bahsettiğimiz, M.Ö. 2300’lere dayan Ebla tabletleri Lut’un yerleştiği Ölüdeniz ovasındaki bazı şehirlerin isimlerini içermektedir. Tabletlerdeki anlatılara göre bu bölgeler oldukça zenginmiş ve insanları refah içinde yaşarlarmış. Bu Yaratılış 14. bölümde İbrahim’in hayatı sırasında (yaklaşık M.Ö. 2,100) şehirlerin karşılaştığı felaketler öncesi Kutsal Kitap’taki anlatılara uymaktadır. Tevrat’ın Yaratılış bölümüne göre bu şehirlerdeki işlenen aşırı ahlaksızlıklar sonrası, Tanrı bu şehirleri yargıladı ve gökten ateş ve kükürt yağdırdı. Lut ve ailesi bu yıkımdan kurtuldu; fakat Lut’un eşi kaçarken Tanrı’nın verdiği emire uymayıp son bir kez geriye baktı ve bir tuz sütunu oluverdi. Ebla tabletlerinde Ölüdeniz ovasındaki şehirlerin ismi şu şekilde geçmektedir:





Tevrat’ta bahsi geçen diğer iki şehrin ismi henüz bulunamamıştır. Bazı kaynaklar 5 şehrin ismi bulundu diye iddia etse de, kazı kataloğunda böyle bir bilgi veya bulgu yer almamaktadır. “Si-da-mu” ismi de bazılarına göre tartışmalıdır. Mesela Archi’ye göre asıl Sodom başka bir tablette rastlanan “Sa-du-ma” ismidir. Her halükârda, Ebla’da keşfedilen bu tabletler Tevrat’taki kronolojiye uymakla birlikte, bahsi geçen şehirlerin tarihselliğini ve Tevrat’taki tanımlarını da teyit eder niteliktedir.



Bu bulgulara rağmen İbrahim anlatısının tarihselliğini reddeden arkeolog ve tarihçiler genellikle temel bir itiraz veya iddiaya başvururlar. Bu iddialar Tevrat metininde bulunan sözde kronolojik bir hatadan oluşmaktadır.



Argümana göre İbrahim anlatısında develerden bahsedilmesine rağmen M.Ö. 11. yüzyıl öncesi Filistin topraklarında develerin evcilleştirildiğine dair bir bilimsel kanıt yoktur. Keşfedilen en eski deve kemikleri M.Ö. 10. yüzyıla tarihlenmektedir. Böylece iddiaya göre Yaratılış metninde tarihsel hatalar söz konusudur. Peki bu argüman ne kadar güçlüdür? İbrahim’in anlatısı gerçekten tarihle çelişmekte midir?



Kutsal Kitap’ın iç kronolojisini göz önünde bulundurursak İbrahim’in M.Ö. 21. veya 20. yüzyıllarda yaşadığı düşünülmektedir. Dolaysıyla eğer ki Kutsal Kitabın anlatısı gerçeği yansıtıyorsa, bu yılların civarında veya öncesinde Yakın Doğu’da develerin evcilleştirilmiş olmalarına dair deliller bulmakla yükümlüyüz.



İlginçtir ki, hem Mısır hem Mezopotamya’da M.Ö. 3. binyıldan itibaren develerin evcilleştirildiğini gösteren birçok kanıt mevcuttur. Bu iki yer neden önemlidir? Çünkü İbrahim Sümer topraklarındaki Ur kentinden göç etmiştir ve develerini Mısır topraklardan Filistin’e getirmiştir (bkz. Yaratılış 12:6)! Şimdi delilleri teker teker sunalım:





Çok sayıdaki arkeolojik sit alanlarında keşfedilen tüyler, duvar resimleri, heykelcikler, yazıtlar, mühürler, belgeler ve dikilitaşlar en az 3. binyıldan itibaren develerin yakın doğuda evcilleştirildiğini göstermektedir. Bulguların geniş coğrafi ve kronolojik dağılımı sanılanın aksine, develerin demir çağından ziyade tunç çağında evcilleştirildiğini göz önüne sermektedir. Her ne kadar develer Filistin topraklarına yerli olmasa da, Kutsal Kitap’ın belirttiği gibi İbrahim’in orta tunç çağ döneminde Mısır’dan deve getirmiş olmasına dair kuşkulanmak için hiçbir neden yoktur.



Bu delillere rağmen kuşkucuların öne sürdüğü deve yokluğu varsayımı geleneksel literatürde öyle bir yer almış ki, birçok bilim adamı aksini gösteren bulgular karşısında mantıklı değerlendirmelerde bulunmaktansa, varsayımlara sadık kalma veya meslektaşlarının gözünden düşmeme dürtüsüyle delilleri yorumlamakta ciddi sıkıntılar çekmektedirler. Andrews Üniversitesi Arkeoloji Fakultesi profesörü Randall W. Younker karşılaştığı bu durumu şöyle bir hatırayla özetler:



Suriye’nin Hama antik kentiyle ilgili bir araştırma yapıyordum. Fransızca yayınlanmış olan kazı raporlarını okuyordum. Raporda M.Ö. ikinci binyıla dayanan ve bir at olduğu zannedilen bir heykelciğe rastladım. Ama heykelcikte garip bir kambur vardı. Daha çok bir deveyi anımsatıyordu. İkinci kez resime baktığımda bu figürün deveden başka bir şey olamayacağı kanısına vardım! Kazıyı yapan bilim adamı develerin birinci binyıldan önce evcilleştirilmedikleri literatürüyle o kadar etkilenmişti ki, heykelciği keşfettiğinde, her ne kadar heykelcik ata benzemese de, bir at olduğunu demekle yükümlü hissetmiş. Bu klasik döngüsel bir muhakeme örneğinden başka bir şey değildir!”