İçindekiler
İncil’in en temel gayesi canımızın kurtulup sonsuz hayata kavuşmasıdır. Fakat Rab sadece ebedi yaşamımızla değil, günlük yaşamımızla da ilgilenir. Çünkü doğru inanç sadece ölmek için değil doğru düzgün yaşamak için de gereklidir. Tanrı yalnızca sonsuz mutluluğumuzu değil şimdiki mutluluğumuzu da düşünüyordur. Ancak İncil’in bahsettiği mutluluk dünyanın vaat ettiği türden değil. Dünyada mutluluk konusu açıldığında insanlar genellikle maddi ve günübirlik bir mutluluktan söz ediyorlar. Rab’bin bağışladığı mutluluk ise çok daha derin, ağırlıkta manevi bir yaşam tarzıdır. Dünyanın verdiği mutluluk yalnızca duygusaldır, Mesih’in sunduğu mutluluk ise ruhsaldır. Dünyadakiler ancak belirli şartlar altında mutlu olabilirler; para ve güzel arkadaşlar varsa mutluluk sürüyor ama bunlar tükenince eğlence birden son eriyor. Rab’bin verdiği mutluluk ise etrafımızdaki şartlara endeksli değil, çok daha derin bir kaynaktan beslendiği için durum ne olursa olsun her koşulda varlığını sürdürebilir. İşte Kutsal Ruh’un ürünü olan bu mutluluğun adı ‘Sevinç’tir’.
Bundan yaklaşık 2000 sene önce Filipi’de yaşayan Mesih imanlılarına yazılan bu mektup baştan sona kadar Mesih gibi olma yolunda sevinç konusunu işliyor. Yanlış anlamayalım, mutluluk ve sevinç derken sıkıntıların yokluğundan bahsetmiyoruz. Tam aksine sıkıntılara rağmen, hatta sıkıntıların içinde mutlu ve sevinçli olmaktan bahsediyoruz. Bu mümkün mu? Evet! Bu satırları yazan Elçi Pavlus bu sırada Roma’da haksız yere tutuklu bulunuyordu. Eline kalem alırken bileklerinde zincirlerin ağırlığını hissedebiliyordu. Yine de yüreğinde duyduğu sevinci anlatmadan edemiyor ve kendisini çok merak eden okurlarını da adına sevinmeye davet ediyor. Neden? Aslında durumu çok ciddiydi. Roma İmparatorluğu onu bir çırpıda yok edebilirdi ama Elçi Pavlus’un hiç umurunda değil. Niçin? Çünkü kendisi yazdığı gibi ‘İster yok ister aç, ister bolluk ister ihtiyaç içinde olayım, her durumda, her koşulda yaşamanın sırrını öğrendim.’Neymiş bu büyük sır? ‘Beni güçlendirenin aracılığıyla her şeyi yapabilirim!’ Elçi Pavlus, karşısındaki sıkıntı ne kadar büyük olursa olsun Rab’bin hepsinden daha büyük olduğunu ve O’nun gücüyle hepsini aşabileceğini biliyordu. Böylece Pavlus’un sevinci içinde bulunduğu durumun şartlarına endeksli değil, Rab’bin yüreğine koyduğu esenliğe bağlıydı.
İncil’in temel öğretilerinden biri yaşamın sıkıntılarıyla başa çıkmaktır. Tanrı esiniyle Kutsal Kitap’ın bölümlerini yazan insanların çoğu büyük sıkıntılar görmüştü. Okurların çoğu da sıkıntılı günler geçiriyorlardı. Ancak sıkıntılarımızı bilmezlikten gelmek yerine bize bu sıkıntıların içinde Tanrı’nın amacını bulmayı öğretir. Acıdan kaçmak yerine Mesih’in hacına sarılmayı ve bu sayede özgür olmayı öğreniyoruz. İşte yaşamanın sırrı ve mutluluğun şifresi de budur.
Şimdi okumakta olduğunuz eser İncil’in Filipililer mektubunun ayetlerini aktarmakla birlikte, üzerinde yapılan yorumları iletir. Elçi Pavlus ile birlikte sizler için duam şu ki Mesih’te saklı bulunan hayatın sırrını kavrayıp tüm sıkıntılarınıza rağmen sevinçli bir şekilde yaşamayı öğrenesiniz.
Bu mektup hapis mektuplarından biridir, çünkü bunu yazan Elçi Pavlus Roma’da tutuklu bulunuyordu. Aslında ilginçtir ki mektubu yazdığı Filipililer’le ilk tanışması da yine hapis sayesinde oldu. İncil’in Elçiler İşleri bölümünden okuduğumuz kadarıyla Pavlus ve yol arkadaşı Silas M.S. 49 yılında ikinci bir müjdeleme seyahatine çıktılar. En başta Pavlus Ege Bölgesi civarında müjdeyi yaymak istemesine karşın Rab’bin yönlendirmesiyle Avrupa yakasına geçmeye karar aldı. Vardıkları ilk şehir Roma kolonisi olan son derece saygın ve şirin Filipi kentiydi. Pavlus genellikle Yahudiler’in havralarında müjdelemeye başlardı ama Filipi’de havra olmadığı için Şabat gününde nehir kenarına inip ilgili bazı kişilerle diyalog kurmaya başladı. İlerleyen günlerde Pavlus ile arkadaşları Filipi’de epeyce bir macera yaşadılar.
A. FİLİPİ KİLİSESİ – Belirttiğimiz gibi Filipi kenti oldukça güzel ve şerefli bir kentti. Yakınlarında gerçekleşen bazı savaşlardan dolayı Roma Devleti’nden özel bazı ayrıcalık tanındı öyle ki orada doğup büyüyen Roma vatandaşı sayılırdı. Bu yüzden bir çok Romalı emekli askeri personel Filipi’ye yerleşmeyi severdi. Sonuç olarak Filipililer oldukça gururlu ve yurtsever bir halktılar. Elçi Pavlus ile arkadaşları ilk şehre ayak bastığında müjdeyi duymak isteyen birilerini bulmakta zorlandılar. Ama Şabat gününde nehir kenarında Lidya isminde tüccar bir kadınla karşılaştılar. Rab kadının yüreğine dokundu ve kısa bir süre sonra evini ilk kilise topluluğuna açtı. Bu arada Pavlus şehirde müjdeyi duyurmaya devam etti ama onu sürekli rahatsız eden falcı bir kız peşini bırakmıyordu. Buna artık dayanamayan Pavlus ona dönüp içindeki kötü ruhları kovdu. Fakat kızın bu acınacak halinden bir hayli zengin olan patronları Pavlus’a çok kızdılar ve kendisiyle yol arkadaşı Silas’i şehrin yetkilileri önüne sürükleyip üzerlerine bir çok iftira attılar. Kentin milliyetçi halkı ayaklanınca yetkililer elçileri dövdürüp zindancıya teslim ettiler. O gecenin geç saatlerinde ayakları tomruğa vurulan Pavlus’la Silas var güçleriyle ilahi söyleyerek Rab’bi yüceltmeye başladılar. Birden öyle şiddetli bir deprem hapishaneyi salladı ki bütün kapılar açıldı. Yanlarına koşan zindancı canına kıymak istedi fakat Pavlus onu durdurdu. Sonra zindancıyla Mesih’in sevgisini paylaştı ve adamla beraber bütün aile fertleri de İsa’ya inandı. Ertesi gün Pavlus’la Silas özgür bırakıldı ve yollarına devam ettiler (Elçilerin İşleri 16).
Bu olaylardan yaklaşık 10 sene geçmişti ki Pavlus bu defa Roma’da tutuklu bulunuyor (Elçilerin İşleri 28). Kendisinin orada 3 yıl kaldığı tahmin ediliyor ve oradayken Efesliler, Filipililer, Koloseliler ve Filimon’a olan mektuplarını yazmıştır.
B. MEKTUBUN AMACI – Filipi’deki Mesih imanlıları Pavlus’un tutuklandığını öğrenince ihtiyaç içinde olabileceğini düşünerek Epafroditus’un eliyle bir bağış göndermeye karar verdiler. Epafroditus’un Roma’dayken Pavlus’la bir süre kalıp hizmet ettiğini fakat oradayken ciddi bir hastalığa yakalanıp ölüm derecesinde hastalandığını okuyoruz (Fil. 2:25-30). Epafroditus biraz iyileştikten sonra Pavlus onu geri göndermeye karar veriyor. Eline verdiği bu mektupta da öncellikle içten minnettarlığını dile getiriyor. Aynı zamanda kendi durumu hakkında bir az bilgi veriyor. Sandıkları kadar kötü olmayıp aslında cezaevinde bile Rabbin hizmetine devam edip her durumda sevinmeyi öğrendiğini yazar. Pavlus çoğu mektubunu kilisede baş gösteren belirli bazı sorunları çözmek için yazıyor ama Filipililer mektubu buna bir istisnadır. Ufak bazı sıkıntıları hariç (Fil. 4:1-2), kilise topluluğu oldukça sağlıklı ve Elçi Pavlus bundan büyük teşvik aldığı gibi onları bu yönden daha da pekiştirmek istiyordur. En önemlisi Pavlus Filipi’de ilk zindana atıldığında nasıl Rab’bi yüceltiyse şimdi Roma’da da tutukluyken hala sevindiğini vurguluyor. Nitekim yaşamanın sırrı budur; durum ne olursa olsun Rab’de sevinmek için her zaman pek çok sebebimiz var.
Pavlus’un Durumu (1:1-30)
Pavlus’un Şükranı ve Duası (1:1-11)
Müjdenin Yayılması (1:12-30)
Pavlus Alçakgönüllülüğü Vurguluyor (2:1-30)
Pavlus’un Birlik Ricası (2:1-4)
Mesih’in Örneği (2:5-11)
Pavlus’un Örneği (2:12-18)
Timoteos’un Örneği (2:19-24)
Epafroditus’un Örneği (2:25-30)
Pavlus Gerçek Değerleri Vurguluyor (3:1-21)
Dünyanın Boş Değerleri (3:1-9)
İsa’yı Tanımanın Üstün Değerleri (3:10-16)
Geleceğin Üstün Değerleri (3:17-21)
Pavlus Yaşamanın Sırrını Vurguluyor (4:1-23)
Rab’de Sevinmek (4:1-9)
Her durumda Sevinmek (4:10-19)
Son Selamlar (4:20-23)
AÇIKLAMA: Mektubun başından beri Elçi Pavlus’un Filipili kardeşlerine duyduğu içten sevgi çok açık ve net anlaşılır. Bundan yaklaşık 10 sene önce ilk Filipi’ye uğradığı zaman Pavlus hiç kimseyi tanımıyordu ama kısa bir sürede orada yaşadığı zorluklara rağmen o kentte güçlü bir topluluk oluştu. En baştaki selamdan topluluğun ilerleyen zamanda hem gözetmen hem de görevlilerden oluşan kurulu bir önderlik heyeti olduğunu görebiliyoruz. Başta Pavlus orada en fazla bir kaç hafta kalabildiyse de daha sonra bir kaç kez uğramış olmalıydı. Gezgin bir müjdeci olarak sürekli yeni şehirlere gidip yeni topluluklar kuruyordu. Fakat daha önce kurduğu kiliseleri hiç unutmazdı. Filipi’deki topluluk da onu hiç unutmadı ve zaman zaman fırsat buldukça hizmeti için Pavlus’a bir bağış ve armağanlar gönderirlerdi. En son Roma’da tutukla olduğunu öğrenince Filipili kardeşler Epafroditos’un eliyle Elçi’ye bir şeyler gönderdiler. Buna çok sevinen Pavlus onlara bu mektupla teşekkürlerini iletiyordu.
İlk ayetlerde Pavlus’un Filipi’deki kardeşleri ne büyük bir sevinçle hatırladığını görüyoruz, her dua ettiğinde onlar için dilekte bulunuyordu. Aslında onlar için pek kaygı çekmiyordu çünkü onları Tanrı’nın güvenilir ellerine teslim etmişti bile. Pavlus kurduğu hiç bir kiliseyi kendi eseri olarak görmezdi. Ona göre orada iyi bir işe başlayan Tanrı’ydı. Böylece Mesih geri gelene dek bu işi sürdürecek ve tamamlayacak olan da Tanrı’dır. Çünkü Tanrı başladığını bitirir, o yüzden Pavlus’un güveni tamdır. Sonra Pavlus onları yaptığı kutsal hizmetin birer ortağı olarak gördüğünü belirtir. Elçi Pavlus kendini imana getirdiği kişilerden daha üstün görmüyordu. Aksine tüm imanlılar Rab’bin hizmetinin bir tarafında yer alıyordu. Bu kez armağanları vasıtasıyla Filipili kardeşler Pavlus’un diğer şehirlerdeki hizmetine katkıda bulunuyorlardı. Sonuç olarak hep birlikte müjdeyi yayıyor Mesih’in hizmetini yapıyorlardı.
Sonra Pavlus onlar için ettiği duayı kısaca özetler: ‘Sevginiz, bilgi her tür sezgiyle durmadan artsın.’Başka yerlerde buna benzer daha ayrıntılı dualarına tanığız (Efesliler 3:14-21). Duanın özünde sevginin artması söz konusu. Mesih’in temel buyruklarına göre bu hem Tanrı’ya hem de komşumuza yönelik içten bir sevgidir. Aynı zamanda bu sevginin iki önemli unsurdan oluştuğunu görebiliyoruz. Günümüzde sevgi dendiğinde insanlar sadece duygusal boyutunu düşünür. Fakat Elçi Pavlus’a göre yetki bir sevgi sağlam bilgiye dayanmalı. İnsanın sevgisi çok güçlü olabilir fakat yanlış şeyi ya da kişiyi seviyorsak o zaman sevgimizin ne denli güçlü olduğu hiç önemli değil. Aynı zamanda gerçek bir sevgide her tür sezgi de olması gerek. Burada sezgi derken doğru karar verebilmek demek. Hayatta yapılacak o kadar çok güzel şey var ki bazen hangisine yönelmemiz gerektiğini bilemiyoruz. Ancak Tanrı’nın Ruhu bize bu konuda hikmet verebilir. Çünkü doğru şeyleri seçmek için diğerlerine hayır dememiz gerekebilir. Ama hayatımızla Rab’bi gerçekten yüceltmek istiyorsak o zaman sözü geçen bu üstün değerleri kovalamak lazım. Ancak o zaman Mesih aracılığıyla gelen doğruluk meyveleriyle dolup taşacağız ve her daim ikinci gelişine hazır olacağız. Sonuç olarak Tanrı’nın bizim için tasarladığı amaca ulaşmak için diğer tüm değerlerimizden vaz geçip Rab’bin yüce değerlerine odaklanmamız gerek. En önemlisi Rab’bin bize bu konuda sonuna kadar yardımcı olacağına emin olabiliriz.
Aslında Pavlus’un hayatı büyük tehlikedeydi. Roma yetkilileri onu her an idam edebilir ama Elçi Pavlus’ta bir zerre kadar kaygı yoktur. Onun tek kaygısı müjdeye gerektiği gibi sonuna kadar tanıklık edememektir. Sonra Pavlus şu meşhur sözleri sarf eder: ‘Benim için yaşamak Mesih’tir ölmek kazançtır.’İlerleyen ayetlerde Pavlus ne demek isteğini açıklar. Mesih imanlısı olarak Pavlus için bir an evvel ölüp Rab’bin huzuruna kavuşmak tabi ki en büyük kazanç olur. Fakat öbür yandan yeryüzünde kalıp müjdeyi duyurmaya devam etmek de gerek. İki seçenek arasında kaldığını söylüyor. Elbette ki Rab’bin yanına gitmek daha iyi olur, ama Mesih’in hizmetini sürdürmek için kalmaya razı olduğunu da belirtir. Hatta hayatta kalacağına dair Rab’den bir izlenim almış olmalıydı ki yakında onları görmeye geleceğini söylüyor. En büyük isteği de şu ki Filipililer’in yanına geldiğinde onları imanda dimdik bulsun. Pavlus’un bu sözleri bazılarını çok şaşırtır. Bir insan ölümü nasıl bu kadar hafife alabilir? Fakat Mesih’in bize sonsuz yaşam verdiğine yüzde yüz eminiysek o zaman ölümünden hiç çekinmeye gerek yok (1.Korintliler 15:55-57). Böylece kalan hayatımızı Mesih’in hizmetine seve seve bağışlıyoruz çünkü sonsuz hayatımız için kendi canını bize bağışladığını biliyoruz.
Ardından Pavlus müjdeye inanmanın pratik boyutuna değinir. İsa Mesih’e güvenmek oldukça kolaydır ama müjdesine yaraşır bir şekilde yaşamak zor gelebilir. Pavlus’un Filipili kardeşlerden ricası şu ki, tek bir ruhta dimdik dursunlar, tek can halinde birlikte mücadele etsinler. Mesih’i sevmek çok kolay ama işimizi zorlaştıran esas İsa’yı izleyen diğerleri sevmek. Bunun dışında elbette ki İblis’in saldırıları da olacak. Düşmanımız bir çok yönden bize saldırıp Rab’be olan güvenimizi kırmaya çalışır. Hatta bazen Mesih imanlısı olarak neden bu kadar acıya katlandığımızı merak ediyoruz. Fakat Elçi Pavlus Mesih uğruna acı çekmenin büyük bir ayrıcalık olduğunu hatırlatır. Ama nasıl? Şimdi uğrumuza canını veren İsa Mesih adına acıya katlanmak gerçekten inanılmaz bir onurdur (1.Petrus 4:12-16). Dahası Mesih gibi acılara katlandığımız zaman bu şekilde müjdesini çok daha çarpıcı bir şekilde duyurmuş oluyoruz. Sonuç olarak Mesih uğruna acıya katlandığımız zaman asırlarca doğruluk adına acı çeken diğer tüm kutsallara katılmış oluyoruz ve günün birinde Rab’bin vaat ettiği doğruluk tacı giyeceğimizi de garantilemiş oluyoruz (2.Timoteos 4:8).
Şimdi alçakgönüllülük deyince, çoğu kişi bundan pek hoşlanmıyor. Hiç kimse kendini alçaltmayı sevmez. Doğal halimizde hep benliğimizi kayırırız. Ama bizi yaratan Tanrı’ya bakacak olursak O’nun esas alçakgönüllü bir yapıya sahip olduğunu öğrenmek bizi şaşırtabilir. Her şeyin üstünde yüce Tanrı olmasına rağmen insanlara sevgisini göstermek için eğilmeye seven bir Baba yüreğine sahiptir (Mezmur 113:5-6). Bu bölümde Pavlus alçakgönüllülüğe dair birçok harika örnek sergiler. Fakat, en büyük örnek Mesih’in eşsiz ve emsalsiz örneğidir. Tanrı olan yüce Oğul insan olmayı seçti, zengin ve soylu bir ailenin mensubu da değil, fakir bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Dahası, kul özüne bürünmüş bir insan olarak ölüme kadar gitti, ama sıradan bir ölüm de değil, son derece ürpertici, utanç verici ve işkenceli bir idama çarptırılarak çarmıhta can verdi. Böyle bir ölümün sıradan bir insan için ne kadar korkunç olduğunu tahmin edebiliriz belki, fakat Tanrı konumunda olan Mesih’in kendini alçaltıp inanılmaz acılara maruz kalması ne kadar daha büyük bir olay olduğunu hayal bile edemeyiz. Bundan daha büyük bir fedakarlık ve alçakgönüllülük örneği yoktur dünya tarihinde. İşte Pavlus Mesih’in bu inanılmaz örneğini Filipililer’e bir emsal olarak gösterir.
Bu ayetlerde Elçi Pavlus İsa Mesih’in gerçek kimliğini çok net ve açık bir şekilde vurgular. İnsanlığa bürünmeden önce Mesih Tanrı özüne sahip, Baba’ya eşit bir konumdaydı. Sonra, Pavlus’un dediğine göre Tanrı Oğlu Mesih ‘kendini boş kıldı’. Bu ne demek? Meryem’in rahmine düştüğü zaman İsa Tanrı olmaktan çıkmadı ya da Tanrı kimliğinden vazgeçmedi. İnsan olduğunda Mesih kendi isteğiyle ululuğunu bırakıp Tanrısal sıfatlarını kısıtladı demek. İsa hala Tanrı özüne sahipti fakat insan olarak yaşamayı seçtiği için Tanrı’ya özgü görkeminden soyundu. Böylece İsa’yı gören onu normal bir insan olarak görüyordu. Fakat Tanrı Oğlu Mesih için sıradan bir insan olmak bile çok büyük bir fedakârlıktı. İsa Mesih daha da öteye gidip tüm insanlar için canını çarmıhta feda etti. Ama bu hikâyenin sonu değildi çünkü üçüncü gün Mesih ölümü yenerek hayata döndü. Kendini dirilmiş olarak öğrencilerine gösterdikten sonra İsa göğe alındı ve şimdi Baba Tanrı’nın sağındadır. Böylece Mesih en yüce adı almış bulunuyor; O Kralların Kralı ve Rab’lerin Rab’bidir! Günümüzde bir çok insan İsa’yı Rab olarak kabul etmek istemezseler de bir gün Mesih’i bütün görkemiyle gördüklerinde her diz önünde çökecek ve gerçek kimliğini ikrar edecektir.
Elçi Pavlus’un Filipili kardeşler için ne denli büyük bir yürek taşıdığını bir çok yerde görüyoruz. Gerekirse onlar için canını bile feda etmeye hazırdır. Şimdi de yanında duran ve mektubu beraberinde göndereceği Timoteos’tan da söz eder. Bu genç adam Pavlus’un manevi oğluydu. Uzun yıllar yanında kaldı, bir çok yer beraber gezdiler ve şimdi tutukevinde de Elçi Pavlus’u yalnız koymadı. Yazdığı mektubu onunla birlikte göndermek istediği için Pavlus onun güvenirliliğinden biraz söz etmek ister. Kısaca, Timoteos’un alçakgönüllülük konusunda harika bir örnek olduğunu belirtir. Herkes kendi işi peşinde koşarken Timoteos tüm hayatını Mesih’in hizmetine adadı. Bu gerçekten büyük bir fedakarlıktı. Çoğu insan Pavlus’u çok iyi biliyor ve methederken Timoteos gibi adamlar kimseden övgü beklemeden perde arkasında hizmet etmeye devam ediyorlardı. İşte gerçek alçakgönüllülük budur, kimse bizi takdir etmese de adanmış bir şekilde Mesih’in hizmetini sürdürmek.
Sonra Pavlus Filipi’den yanına gelen Epafroditus’u da takdir etmek ister. Pavlus’a kilisenin bağışını iletmek için uzun ve tehlikeli bir yolculuk geçiren bu kardeş Elçi’nin yanına gelince ciddi bir hastalığa yakalanmıştı. Bunu duyan Filipili kardeşler onun için ayrıca büyük kaygı çekmişlerdi. Fakat Pavlus bu cesur kardeşin artık iyileşip yanlarına döneceğini belirtiyor. Anlaşılan Epafroditus uzun bir süre Pavlus’un yanında kalıp hizmet etti. Elçi Pavlus onun için emektaşım ve yanında omuz omuza mücadele eden biri olarak tasvir eder. Kaldı ki ister Timoteos, ister Epafroditus, ister Pavlus’un kendisi hepsi özverili bir hizmetin içyüzünü sergiliyorlar. Hepsi Mesih uğruna canlarını tehlikeye atıyorlardı. İşte kurtuluşumuzu etkin kılmanın bir boyutu daha, sadece Mesih’in fedakârlığını kabul etmek değil, aynı zamanda İsa Mesih ve kardeşlerimiz uğruna kendi hayatımızı feda etmeye hazır olmak demek.
İlerleyen ayetlerde Pavlus kendilerini çok dindar gibi göstermeye çalışan bu öğretmenlerden yeri geldiğinde çok daha dindar olduğunu hatırlatır. Onlar dindarlıklarına güvenerek Tanrı’nın beğenisini kazanabileceklerini sanıyorlardı. Fakat Rab’bin önünde aklanmak dindarlıkla mümkün olsaydı Pavlus hepsinden önce aklanmış olmalıydı! Elçi Pavlus Yasa’nın buyruğu uyarıca sekiz günlükken sünnet oldu. İsrail’in ilk kralı Saul’un oymağı olan Benyamin kavminden doğmaydı. Daha genç bir adam iken Pavlus Yeruşalim’e gidip en ünlü Yahudi hahamı olan Gamaliel’den eğitim aldı. Ayrıca o dönemde Yahudiliğin çok muhafazakâr bir mezhebi olan Ferisiler’e katılarak Kutsal Yasa konusunda son derece tutucuydu. O kadar ki, Mesih’ten sonra Yeruşalim’de yeni yükselmeye başlayan kilisenin kökünü baltalayıp kurutmak için elinde geleni yaptı. Kısacası bir insan dindarlığıyla kurtulabilseydi, Pavlus kesinlikle ilk sıralarda bir adaydı.
Ancak daha sonra bir görümde Mesih İsa’yla tanışan Pavlus insanın kendi doğruluğuyla asla kurtulamayacağını anladı. Kişinin ancak çarmıhta fidyemizi ödeyen Mesih’e güvenerek Rab’bin katında doğru sayıldığını gördü. Böylece İsa Mesih’in sunduğu bu kutsal ve karşılıksız doğruluğa sahip olduktan sonra Pavlus daha önce övündüğü ve yukarıda saydığı bunca ‘değerden’ tamamen soğudu. Hatta, dediğine göre, daha önce ‘kazanç’ olarak gördüğü bu şeyleri Mesih’i tanımanın yanında ‘süprüntü’ olarak görmeye başladı. Bundan böyle artık Pavlus’un tek arzusu ve hedefi Mesih İsa’yı daha derinden tanımak ve onu tüm uluslara tanıtmaktı. En başta bu bizi şaşırtabilir. Bunca yıl Mesih’i izleyen ve kıta kıta gezerek müjdesini birçok şehirde yayan Pavlus neden hala ‘Mesih’i tanımak istiyorum’desin? Aslında tanımak sözcüğü burada yüzeysel olarak bilgi sahibi olmaktan çok kişisel ve derinden tanımak demek. Örneğin, insan yeni evlendiği kişiyi tanıdığını düşünebilir oysa ki yıllar geçtikçe onu o kadar daha derinden tanıyacak ki. Zaten evliliğin en güzel tarafı şu ki eşimizi daha çok tanımaya hiç doymayız. Aynı zamanda Pavlus Mesih’in ölümünde O’nunla özdeşleşip acılara ortak olarak dirilişine erişmekten bahseder. Ne demek istiyor? Elçi Pavlus için en büyük onur ve şeref Mesih uğruna acı çekmekti. Acı çekmekten zevk alan biri olduğu için değil bunu minnettarlığından arzuluyordu. Aynı zamanda Mesih’in acılarını tecrübe ederek kendini Rab’be daha da yakın hissediyordu. Nasıl olsa günün sonunda Tanrı’nın huzuruna erişeceğine emindi. O yüzden dünyada hizmetini sürdürürken en içten arzusu her geçen gün Mesih’i daha iyi anlamak, O’na daha yakın hissetmek ve O’nun sevgisiyle dolup taşmaktı.
Başta gördüğümüz gibi Pavlus bunu ‘yetkinliğe erişme’ diye tanımlar. Dünyada insanlar üniversite bitirince, ya da doktora yapıp kıdemli bir kariyer sahibi olunca ‘erişmiş’sayılır. Fakat Rab’bin Sözü’ne göre bu dünyada gerçek bir yetkinliğe tam olarak kavuşmak mümkün değil. Ancak Mesih’in ardından koşup yüce hedeflerine yaklaştığımız sürece daha da olgunlaşmış ve yetkinliğe erişmiş sayılırız. Bu yüzden Pavlus onu dinleyen herkesi aynı düşünceye sahip olmaya çağırır. Aslında bu düşünce Pavlus’un daha önce değindiği Mesih’in düşüncesidir (2:5). Tanrı Oğlu Mesih kendi egosuna hiç yenilmedi, aksine kendini alçaltarak her şeyini başkaları uğruna feda etti. Böylece Mesih ölümden dirilerek önüne konan yarışı tamamladı çünkü Tanrı’nın kutsal arzusu uyarınca öngörülen hedefe ulaştı (İbraniler 12:1-3). Benzer şekilde Pavlus kendi hayatını da örnek gösterir. Diğer elçiler gibi Pavlus her şeyini bırakıp hayatını Mesih uğruna feda etti. Hayatının sonunda imanı koruyup yarışı bitirebildiğini de söyleyebildi (2.Timoteos 4:7-8).
Fakat herkes böyle düşünmüyor. Hatta dindar diye geçinen bazıları bile Rab’den çok kendi menfaatlerini düşünüyorlar. Pavlus büyük bir üzüntüyle bunların esas Mesih’e düşman kesildiklerini belirtir. Çünkü İsa’nın örneği uyarınca başkalarının ihtiyaçlarını düşünmekten çok kendi midelere hizmet ediyorlar. Evet, günümüzde de bu tarz din mensupları var. İnsanları dini duygularını sömürerek kandırmak çok zor değil. O yüzden kimi örnek aldığımıza çok dikkat etmeliyiz. Sonuç olarak Elçi Pavlus önünde canlandırdığı hedefi şöyle tanımlar: ‘Bizim vatanımız göklerdedir!’Bu çok önemli çünkü eğer hala bu dünyada rahat ya da zengin olmak için uğraşıyorsak o zaman Rab’bin bize sunduğu sonsuz hayatı ve ebedi meskeni henüz anlamadık demek. Eğer hala yeryüzündeki değerlerimizle övünüp duruyorsak o zaman Rab’bi gerçekten tanıyamadık demek. Aslında Rab dünyanın bu basit hedeflerinden kurtarıp yüce amaçlarına yöneltmek için bizi kurtardı. Böylece gözlerimiz bu dünyada değil, göklerde olmalı (Koloseliler 3:1-3). Çünkü yakında bir gün oradan yüce Rabbimiz ve Kurtarıcımız İsa Mesih gelecek. Geldiğinde dünyayı orijinaline döndürüp bizi de tümden yenileyecektir. Şimdi hala günaha esir zavallı bedenlerimizi o gün tümden değiştirip kendi yüce varlığına benzetecektir (1.Korintliler 15:42-54). İşte o zaman tam anlamıyla ‘erişmiş’ sayılacağız çünkü Rab’bin kendisini görerek bilindiğimiz gibi tam bileceğiz (1.Korintliler 13:12).
İlerleyen ayetlerde Pavlus demin bahsettiği durumlarda kardeşlerin birbiriyle anlaşabilmeleri için adeta bir reçete yazar. Birinci madde, depresif takılmak yerine her zaman, her durumda sevinmektir! Tabi içinde bulunduğumuz sıkıntılara ya da sorun yaşadığımız kişiye odaklandığımız sürece bu mümkün değil. Fakat Rab’be ve harika işlerine bakarsak aslında sevinmek için her gün binlerce sebep var. Unutmayın ki bunu yazan Pavlus bu arada Roma’nın hapsinden yazıyordur. Ama bu konuda ısrar ediyor, ikinci defa tekrar ediyor: Sevinin! İkinci madde kavgacı ve kinci olmak yerine uysal ve yumuşak huylu bir tutum benimsemektir. İnsanlarla anlaşamadığımızda ya da beklenmedik zorluklarla karşılaştığımızda genellikle nasıl tepki veririz? İçimizden öfke, bağırma, küfür ve benzeri mi çıkıyor, yoksa gerçekten Mesih’in sevgisini ve sabrını yansıtabiliyor muyuz? İşte bu tür durumda nasıl karşılık vereceğimizi önceden karar vermemiz gerek. Özellikle Mesih’in her an yanı başımızda olup yakında döneceğini unutmamalıyız. O bize gerekli destek verecektir. Üçüncü madde kaygılanıp içimizi kemirmek yerine Rab’be güvenerek her daim dua etmek ve şükretmektir. İsa Mesih bu konuda öğrencilerini sıkı sıkıya uyardı (Matta 6:25-34). Çünkü kaygıya kapıldığımızda Tanrı’nın kutsal değerlerini gözden kaçırıp tamamen bencil bir girdabın içine düşüyoruz. Rab’bin kuvveti ve hikmetine güvenmek yerine kendi gücümüzle işin içinden çıkmaya çalışıyoruz. Oysa ki kaygılanmakla boyumuzu bir santim artıramadığımız gibi yaşadığımız zorlukları da hiç bir şekilde değiştiremiyoruz. Kaldı ki, insanlarla yaşadığımız sıkıntılar olsun, karşılaştığımız zorluklar olsun, onların üstesinden gelmek için tek bir yol var: Sevinmeyi, uysal olmayı ve Rab’be güvenmeyi seçmek. Bunları yaparsak o zaman Rab’bin olağanüstü esenliği üzerimize gelip en zor durumda bile içimizi ferahlatacaktır. Sıkıntılar hemen sona ermeyebilir fakat Rab’bin verdiği güç ve esenlikle her zorluğa karşı koyabileceğiz.
Son olarak Pavlus okurlarını olumlu şeylere odaklanmaya davet eder. Tabi ki dünyamızda ve hayatımızda ters giden bir çok şey var fakat Rab’be odaklanırsak manzara tamamen değişir. Böylece kötümser düşünmek yerine Tanrı’nın sağladığı harika şeylerin üzerinde düşünebiliriz. Aslında genellikle kafa yorduğumuz durumlara bakacak olursak içinde pek çok yalan, kaygı, kin ve daha başka kirli şeyler var. O yüzden Pavlus bizi gerçek, pak, sevimli ver erdemli şeylere odaklanmaya çağırır. Pavlus’un kendisi bu konuda harika bir örnekti. Hapiste olmasına rağmen hiç karamsarlığa kapılmadı. İşte bu yüzden Filipili kardeşleri aynı tutumu benimsemeye davet eder ki Rab’bin harika esenliğini tecrübe etsinler.
Mutluluk deyince çoğumuz tüm sıkıntılarımızın yok olduğu bir durum hayal ederiz. Kısacası mutlu olup olmamamız içinde bulunduğumuz şartlara bağlıdır. Her şey yolunda gidiyorsa mutlu hissederiz, ama bir aksilik yaşadığımızda yelken hemen suya düşüyor. Oysa ki bu satırları yazan Pavlus’a bakacak olursak sıkıntıları sürerken gerçek anlamda mutlu olduğunu görüyoruz. İsa Mesih uğruna verdiği hizmet süresince Elçi Pavlus pek çok zorluğa göğüs gerdi. Burada dile getirdiği yoksulluk ve açlık dışında daha pek çok sıkıntıları oldu (2.Korintliler 11:23-29). Pavlus burada pek çok farklı durumda bulunduğunu söyler ama mutluluğunun bunlardan etkilenmediğini de belirtir. Neden? Çünkü sevinci ve iç huzuru yaşamının koşularına endeksli değildi. Elçi Pavlus yaşamanın bu sırrı Tanrı’nın gücüne bağlar: ‘Beni güçlendirenin aracılığıyla her şeyi yapabilirim!’ Bu sözle Pavlus Mesih’in gücüyle çılgınca şeyler denediğini demek istemiyor. Esas Mesih’le olan ruhsal ilişkisinden doğan güç ve ilhamla her şeyin üstesinden gelebileceğini söylüyor. Sıkıntılar devam edecek, zorluklar yine olacak, fakat Rab’bin kuvvetiyle en zor şartlarda bile huzur ve sevinç bulabiliriz. Çünkü mutluluğumuz Tanrı’nın sevgisine endekslidir. O yüzden durum ne olursa olsun Rab’be bağlı kaldığımız sürece sevinçli ve huzurlu bir şekilde devam edebileceğimizi biliyoruz (Yeşaya 43:1-3).
Son satırlarda Elçi Pavlus Filipili kardeşlerin gösterdiği fedakârlığı bir kez daha dile getirir. Pavlus müjde uğruna bir çok şehir gezdi ve yeni topluluklar kurdu. Bazen onu gönderen kiliseden maddi destek alıyordu, bazen kendisi çalışarak ihtiyacını gideriyordu. Çoğu zaman yeni kurduğu kiliselerden bir destek gelmiyordu fakat Filipililer bu konuda istisnaydılar. Elçi aralarından ayrıldıktan sonra bile ona bir çok defa armağanlar gönderdiler. Bu harika cömertliğinden dolayı Pavlus onları takdir eder. Tabi Pavlus burada daha çok göndersinler diye yağ çekmiyordur. Aksine Rab’bin onları bu özverili davranışlarından ötürü ödüllendireceğini belirtmek istiyor. Çünkü Pavlus’a iletilen bu bağışlar aslında Tanrı’ya verilen sunulardır. Benzer şekilde günümüzde Rab’bin hizmetine maddi olarak katkıda bulunduğumuzda Tanrı’ya hoş kokulu bir kurban sunmuş oluyoruz. Aynı zamanda bununla beraber yeri geldiğinde Tanrı’nın bizim de ihtiyaçlarımızı karşılayacağına emin olabiliriz. Son olarak, Pavlus etrafında bulunan kardeşlerin de selamını aktarıyor. Hatta ilginçtir ki Sezar’ın ev halkından da selam söyleyenler vardır. Demek ki Pavlus’un yanında duran askerlerden bile Mesih’e inanan olmuştur. Böylece Pavlus İsa Mesih’in lütfunu anarak mektubunu sonlandırır.
William MacDonald, Kutsal Kitap Yorumu: Yeni Antlaşma Serisi, Cilt 2, Yeni Yaşam Yayınları, 2002.
Alec Motyer, Filipililerin Mesajı, Haberci, 2015.
Thomas Constable Online Commentary: http://www.soniclight.com/constable/notes/pdf/philippians.pdf