İKİNCİ BASKININ ÖNSÖZÜ


1974’de, bu kitabın ilk İngilizce baskısı yapıldığında, yaratılış taraftarlarının çoğalması, evrim taraftarı olan bilimsel kurumların ve eğitim kurumlarının dikkatini yeni yeni çekmeye başlıyordu. Yaratılış Araştırma Derneği on ve şimdiki adıyla Yaratılış Araştırma Enstitüsü ise yalnızca iki yaşındaydı. Bu kitap, o zamanlar varolan, bilimsel açıdan doğru, sağlam kaynaklara dayalı, hem bilim adamları hem de bilimci olmayan okuyucular açısından anlaşılabilir bir kaynak kitaba olan ihtiyaçtan dolayı hazırlandı.

Kitabın yaygın kullanımı ve on bir kere basılması bu ihtiyacı karşıladığını kanıtlıyor. On yıldan fazla bu konudaki en yaygın ve etkileyici kitap olmuştur. Birçok insan, bu kitabı okuduktan sonra yaratılış inancına bağlanmıştır. Birçok okul ve üniversite, onu ders kitabı ya da kaynak kitap olarak kullanmıştır. Aynı zamanda, yaratılış akımı, bu inancı destekleyen ve A.B.D.’nin tüm eyaletleri ile birçok yabancı ülkede halen faaliyet gösteren dernekler yoluyla yaygınlaştırılmıştır.

Bugün, yaratılış konusunda 1974’te varolandan daha fazla kitap mevcuttur. Bu, Bilimsel Yaratılış Modeli’nin yeni baskının sonunda yer alan genişletilmiş kaynakçadan açıkça anlaşılır. Yine de bu kitaba olan talep, yeni baskısının yapılmasının uygun olduğunu doğruluyor.

Kuşkusuz, kitabın ilk baskısından sonra, evrim/yaratılış tartışmasıyla ilgili birçok bilimsel gelişme olmuştur. Bu gelişmelerin tümünün yaratılış modelini güçlendirip evrim modelini zayıflatması şaşırtıcı değildir. Evrimciler, yaratılışçı yazar ve konuşmacıların ortaya koyduğu deliller ve tezlerin geçerli olduğunu ister istemez kabullenmiş bulunuyorlar.

Örneğin, sıçramalı denge kavramının, biyoloji ve paleontolojiye etkisi gittikçe artmaktadır. Yaratılış yanlıları, Yeni Darwincilerin, fosil kayıtlarında ara türlerin varolduğu savlarıyla uzun zamandır mücadele etmekteydiler. Artık ileri gelen evrimciler de böyle fosillerin olmadığını kabul ediyorlar. Örneğin,

Bilinen fosil kayıtları önemli bir biçimbilimsel geçişi tamamlayan filumsal evrimleşmeyi belgeleyememiştir.”1

Fosillerde organik yapıdaki temel farklılıkların ara seviyelerini gösteren delil olmaması . . . aşamalı evrim açıklamaları için kalıcı ve rahatsız edici bir sorundur.”2


Gould “sıçramalı denge”yi şöyle tanımlar:

“‘Sıçramalı denge’ modelimiz şunu savunmaktadır: evrimleşme, türleşme olaylarına yoğunlaşmaktadır. Başarılı türleşme olayları seyrektir ve bu olayların dışında, türler geniş nüfuslarda milyonlarca yıl aynı kalır.”3

Böylece cins, aile ve daha yüksek sınıflar bir yana, türlerin arasında bile ara türler bulunmuyor.

Birçok evrimci tarafından vazgeçilmekte olan Yeni Darwinciliğin başka bir yönü de, doğal seçilimin yaratabilme gücüdür. Yaratılış yanlıları, uzun zamandır doğal seçilimin gereksiz bir tekrar olduğunu tartışmışlardır; çünkü “yaşamaya uygun” canlıların “yaşadığını” ileri sürmek bu canlıların nasıl evrimleşebildikleri konusunda bilgi sağlamıyor. Birçok evrimci artık bunu kabul ediyor ve başka olası mekanizmalar arıyorlar. Son yıllarda yayınlanan yaratılış karşıtı yaklaşık otuz kitaptan birinin yazarı şöyle diyor:

Doğal seçilimin gereksiz bir tekrar olduğu iddiası, bilimsel yayınlarda da ileri sürülmektedir.”4

Canlı varlıkların, bulundukları çevreye uyum sağlayabilmelerinin, doğal seçilimin faydasını gösteren bir kanıt olduğu sık sık tekrarlanmıştır. Ancak, yaratılış yanlıları uyum sağlamaların tesadüfü değil, tasarımı kanıtladığını savunmuşlardır. Şimdi, evrim yanlıları bunu isteksizce kabul edip uyum sağlama kusurlarının (“uyum sağlayamayanın yaşamaya devam etmesi ilkesi”) evrimin kanıtı olduğunu savunmaktadırlar.

Darwin’in fark ettiği gibi, mükemmel uyumu mükemmel bir Yaratıcı sağlayabilirdi…. Kusurlar olmasaydı… doğal seçilimli evrimi yaratılıştan üstün kılan bir şey olmazdı.”5

Bu söz, evrimin gerçek bir kanıtı olmadığına dair şaşırtıcı bir itiraftır. Uyum sağlayamayanlar (gerçekten varsa) aşağıya doğru değişimlerin kanıtıdırlar (örneğin, genetik değişimler), ama anlamlı bir evrim sürecinin yukarıya doğru değişimlere ihtiyacı vardır.

Jeolojide afetçiliğin yeniden dirilmesi de diğer bir önemli gelişmedir. Yaratılışçılar bu konuda da öncülük ederek, yıllardır, geleneksel yerbilimsel tekbiçimcilik kuramı (“bugün, geçmişin anahtarıdır”) yararsız bir dogma olduğunu tartışmışlardır, çünkü bu dogma yeryüzündeki büyük maden yataklarını ve özellikle de evrimin ana kanıtı olarak kullanılan fosil katmanlarını açıklayamaz. Yeni afetçiler (neo-catastrophists) şimdi aynı şeyi söylüyorlar, ama yaratılışçılara itibar etmemeye dikkat ediyorlar. Robert Dott, İktisadi Fosilbilimciler ve Mineralbilimciler Derneği’nde gerçekleştirdiği başkanlık konuşmasında “afetçilik” (“catastrophism”) yerine “geçicilik” (“episodicity”) kelimesini tercih etmiştir.

Episodik çökelme” deyimiyle ne demek istiyorum? Episodik, diğer terimlerin arasından özenle seçildi. “Katastrofik” terimi yarattığı etkiden dolayı son zamanlarda çok kullanılır olmuştu, ama bu terimi kelime dağarcığımızdan çıkarmalıyız, çünkü bu terim, yeni afetçi-yaratılışçı davasını desteklemektedir.6

Buna rağmen Dott, tüm jeolojik katmanların en azından yerel tufanlar ve buna benzer afetler aracılığıyla oluştuğunu kabul etmektedir.

Umarım çökelme kaydının çoğunun düzenli ve aralıksız değil, geçici olaylardan meydana gelmiş olduğuna sizi ikna edebildim. Söylemek istediğim şudur: geçici çökelme bir istisna değil, kuraldır.”7

Benzer şekilde, Journal of Geological Education editörü James H. Shea, Lyell’in tekbiçimcilik kuramını reddetmiştir.

“Üstelik Lyell’in tekbiçimcilik kuramını, özellikle antik ve modern nedenler, aşamalı ilerleme ve oranların sabitliği konusundaki fikirlerini çağdaş kaynaklar ve birçok delil kesin olarak çürütmüştür. Onun bu fikirleri, önemli teoriler olarak, tam anlamıyla yanlıştır.”8

Tabii ki bu afetçiliğe dönüş, merkezinde evrensel Tufanın bulunduğu ve Kutsal Kitap’ta söz edilen afetçiliğe dönüş anlamına gelmez. Ancak geçici afetçilik, yani yerel afetleri birbirinden ayıran uzun, sakin devirler olduğu fikri anlamına gelir. Yine de, son yıllarda, özellikle bitki ve hayvanların soyunu tüketen periyodik göktaşı yağmurları gibi kimi küresel afetler fikri bazı jeologlarca ortaya atılmıştır.

Harvard’lı evrimci Stephen Jay Gould, bu aralıklı afetler ve soyun tükenmesini evrimin yeni açıklaması olarak önermiştir!

Şimdiye kadar, yaşam tarihinde, beklediğimiz modelin ortaya çıkmaması canımızı çok sıkmıştır. Bazen de, dünyada aslında varolmayan, ama ümit ettiğimiz bir model yaratmaya çalışmışızdır…. Eğer soyun toplu tükenişine ilişkin genel bir teori geliştirebilirsek, yaşamın neden beklentilerimize uymadığını anlayabiliriz ve belki de görünürdeki karışıklıktan beklenmedik bir model çıkartabiliriz.”9

“Soyun tükenmesi yoluyla evrim” fikri, evrimi açıklayabilen herhangi bir mekanizmayı bulma hevesini yansıtan ilginç bir yorumdur. Üstelik, Gould’un “yaşam tarihinde beklediğimiz model ortaya çıkmadı” şeklindeki itirafı da önemlidir.

Yaşam tarihinde ‘ilerleme gösteren bir çizginin’ olmayışı, bence fosil kayıtlarının en şaşırtıcı olgusudur.”10

Gould’un fosil kayıtlarında ilerleme gösteren bir çizginin olmadığını kabul etmesi önemlidir. Daima, standart jeolojik sütunun basit organizmalardan başlayarak karmaşık organizmalara doğru jeolojik çağlar boyunca hayatın evrimini gösterdiği varsayılmıştır. Yaratılışçılar ise bu sütunun büyük ölçüde yapay olduğu konusunda ısrar etmişlerdir. Tüm ana filumlar Kambriyenden bu yana değişmeden kalmıştır ve bu sabitlik birçok tür için de geçerlidir (bakteriyolojik araştırmalarda hala yaygın olan E Colibakterisi, evrim takvimine göre bir milyar yıl aynı kalmıştır).

Dahası, her yerel jeoloji sütunu, standart sütundan farklıdır; hep çok eksik, genellikle çağlar eksik ya da ters ve bazen de, (fosillere göre) birbirine karışmış durumdadır. Gerçekten bir sıralamanın göründüğü kadarıyla, yaratılış taraftarları bu sıralamanın, afetler sırasında tortuların arasında sıkışıp gömülen canlıların bulunduğu çevrenin yüksekliğini gösterdiğini anlatmaya çalışmışlardır.

Jeolog David Raup, bu fosil sıralamaları üzerine kapsamlı incelemeler yaptıktan sonra şu sonuca varmıştır:

“Jeolojik zaman cetveli ve zamanla oluşan biyolojik değişim evrim teorisinden tamamen bağımsızdır.... Darwin’i izleyen yıllarda, taraftarları, belli sıralamaları bulacaklarını ümit etmişlerdir. Genellikle bu sıralamalar bulunmamıştır, ama iyimserlikten vazgeçilmemiş ve ders kitaplarının içine hayaller sızdırılmıştır.”11

Raup’ın fosillerle ilgili istatistiksel çalışmaları, onu yukarıda söz edilen periyodik soy tükenme kuramına itmekle kalmamış, sıralamalarına göre fosillerin gelişigüzel gömülmüş olabilecekleri gibi olağanüstü bir buluşa da yönlendirmiştir. Raup, bunun yaratılışçılar için ironik anlamlarını da ifade eder:

“Evrim–yaratılış tartışmasının ilginç bir yönü, yaratılışçıların, fosil kayıtlarının ayrıntılı ve düzenli ilerleyen bir sıralamasının olduğu gibi yanlış bir fikri kabul etmeleri ve bu “olgu”yu Tufan jeolojilerine katmak için çok uğraşmalarıdır.”12

Raup, Chicago Açık Hava Müzesi Müdürü ve aynı zamanda da Chicago Üniversitesi Jeoloji Bölüm Başkanı olarak, kuşkusuz dünyanın en tanınmış paleontoloji uzmanlarından biridir. Kendisi aynı zamanda, sayıları gittikçe çoğalan çağdaş evrimciler arasında yaygın olan yeni afetçilik ve sıçramalı evrimin savunucusudur. Önceki kuşağın önde gelenlerinden biri olan George Gaylord Simpson’un bir öğrencisi de benzer bir sonuca varmaktadır:

Sanırım pek az paleontoloji uzmanı, fosillerin tek başlarına evrimin gerçekleştiğinin kanıtı olduklarını düşünmüştür.”13

Fosil kayıtları, diğer evrim teorileri, devrim teorileri, yaratılışçı teoriler ve hatta tarihi kabul etmeyen teorilerle de bir uyum içinde bulunmaktadır. Bu uyum, Darwin teorisinde de gözlenmesine karşın, fosil kayıtlarında Darwin teorisini destekleyen tek bir kanıt bile bulunmamaktadır.”14

Bu nedenle, Oxford’lu zoolog Mark Ridley’nin şu sonuca varmasına şaşmamak gerek:

İster aşamalı, ister sıçramalı evrimi desteklesin, hiçbir gerçek evrimci fosil kayıtlarını, özel yaratılışın karşısında, evrim teorisi lehine kanıt olarak kullanmaz.”15

Hem afet kanıtlarının jeolojik katmanların her yerinde ortaya çıkması, hem de yine fosil kayıtlarının hiç bir yerinde geçişsel formların bulunmaması, evrimsel gelişimin hiçbir kanıtının olmaması ile birleştirilince, jeoloji ve paleontoloji verilerini en iyi yorumlayan modeller olarak, özel yaratılış ve küresel su afeti modelleri çok güçlü bir şekilde karşımıza çıkmaktadır.

Daha pek çok gelişmeden söz edilebilir. Neredeyse istisnasız olarak, her yeni buluşun ya da çözümlemenin geleneksel evrim konusunu zayıflattığı ve yaratılış konusunu güçlendirdiği görülmektedir. Bu gelişmelerden bazıları bu kitapta ele alınmaktadır. Sadece jeoloji ve paleontolojiden değil, astronomi, genetik, fizik, biyokimya ve diğer bilimlerden alınan yeni veriler de bilimsel yaratılışçılığın ispatı olarak gösterilebilirler. Aslında, David Raup gerçeği dile getirerek yaratılışçılara (gizliden gizliye) ilginç bir iltifatta bulunmuştur:

Bilimciler arasında, özel alanlardaki danışmanlardan oluşan bir ordunun yardımı olmadan, tam kapsamlı (yaratılışçı) tartışmalarıyla başa çıkabilecek herhangi bir bireyin varlığından şüphe ederim.”16

Evrimciler, son on yıl içinde başta gelen üniversiteler dahil olmak üzere pek çok yerde yapılan yaklaşık 200 yaratılış/evrim tartışmasında yaratılışçı tartışmalarla başa çıkamamışlardır. Evrimciler, bu tartışmaların niçin genellikle yaratılışçılar tarafından kazanıldığı (ve artık önde gelen evrimcilerin çoğunun bu tartışmalara katılmayı niçin reddettiği) konusunda bir sürü mazeret ileri sürmüşlerdir, ancak bunun gerçek nedeni bilimsel kanıtların evrimi değil, yaratılışı desteklemeleridir!

Sonuç olarak, evrimci oluşumun yaratılışçı tartışmalara yanıtı bilimsel değil, duygusal olmuştur. Oyun planı, açıkça gözdağı vermektir. Kökenlerle ilgili iki modeli paralel olarak öğretmeyi düşünülen her okul için, American Civil Liberties Uniondava açmakta ya da açma tehdidinde bulunmaktadır. Hem liberal haber medyası hem de eğitimsel/bilimsel kuruluşların dergi ve kitapları tarafından yaratılışa karşı uzun süreli ve şiddetli eleştirilerde bulunulmuştur. Evrimciler kendi yazıları, yanlış anlamı veren yetersiz alıntılarla ve yaratılışçı tezlerin çirkin çarpıtılmalarıyla doluyken, yaratılışçıların dipnotlarla özenle desteklenmiş yazılarında, en ufak bir yanlış alıntı ya da yanlış yorumu bulabildiklerinde alenen övünürler.

Evrimciler, en ikna edici yaratılışçı tartışmaların bazılarını anlamazlıktan gelmektedirler (örneğin, açık sistemlerde bile yukarı dönük evrime karşı düzensizlik ilkesinin kanıtı). Gerçek bir evrimleşmeyi destekleyen gerçek bilimsel kanıtlar olmayınca, evrimciler tartışmalarını Kutsal Kitap’taki yaratılışın yakın dönemde gerçekleştiğine ve küresel Tufan’a dair öğretilerine odaklamışlardır. Aslında bu öğretiler, temel yaratılış ve evrim konusundan farklıdır. Aynı zamanda, genç dünyanın ve tufan jeolojisinin bilimsel kanıtları hızla artmaya devam etmektedir.

Bilimsel Yaratılış Modeli’nin bu yeni baskısının, bilim alanında çalışanlarda olduğu kadar bilimsel konularla ilgilenmeyenlerde de, bu hayati konu üzerindeki ilgiyi arttıracağı umulmaktadır. Her ne kadar kitabın büyük bölümü ilk baskıdan farklı değilse de, tartışmaların ve kanıtların bulunduğu belgelerin her noktada 1974’te olduğu kadar geçerli ve konuyla ilgili oldukları görülecektir. Birkaç yeni bölüm eklenmiş ve metnin gerekli görülen yerlerinde değişiklikler yapılmıştır. Kaynakçalar önceden belirtildiği gibi büyük ölçüde genişletilmiş, ama bu konudaki tüm kitapları içerdiği iddia edilmemektedir. 1974’ten beri bu konuda pek çok kitap yayınlanmıştır ve bazı önemli kitaplar atlanmış olabilir. Bu konuda daha fazla inceleme yapmak isteyenler için pek çok kitap bulunmaktadır. Bilimsel Yaratılış Modeli, alanındaki pek çok kitabın arasından yalnızca biri olmakla birlikte, şimdiden yaratılışçılık konusunda etkin bir katkıda bulunmuştur ve bu yeni baskının da aynı şekilde hizmet vermesi umulmaktadır.


Henry M. Morris

Yaratılış Araştırma Enstitüsü

Haziran 1985