İkinci Bölüm Kalk! Yun 1.1-6

Yun 1:1 RAB bir gün Amittay oğlu Yunus'a, "Kalk, Ninova'ya, o büyük kente git ve halkı uyar" diye seslendi, "Çünkü kötülükleri önüme kadar yükseldi."

Amittay oğlu Yunus, İsrail’de iyi bilinen ve popüler bir peygamberdi

2Krallar 14:25 İsrail'in Tanrısı RAB'bin, kulu Gat-Heferli Amittay oğlu Yunus Peygamber aracılığıyla söylediği söz uyarınca, Yarovam Levo-Hamat'tan Arava Gölü'ne kadar İsrail topraklarını yeniden ele geçirdi.

Tıpkı ondan 600 sene sonra gelecek Büyük Peygamber İsa Mesih gibi, Celile’den geldi. Kendi köyü, Nasıra’dan yaklaşık yedi kilometre uzaklıktaydı ve Celileliler genelde çok vatansever, hatta fanatik milliyetçilerdi.

Ve Rab Tanrı, Yunus’tan şunu istemişti: Ninova’ya git! Ninova bugünkü Kuzey Irak’ta, Fırat Nehri üzerindeydi ve Asur İmparotorluğunun başkentiydi.

Yunus’un buna karşı tabii ki itirazları vardı.

1.Asurlular, İsrail’in ezeli düşmanıydı.Yunus’un hayatı süresince birbirleriyle savaş içindeydiler. Tanrı’nın Yunus’a, ‘kalk ve düşmanlarına git’ demesini düşünmek bile zordur. Kim bilir kendisine ne kadar ağır gelmişti. Peki sen olsan ne yapardın, kendini nasıl hisseder ve bunu nasıl hazmederdin? Zor bir soru, bunun gibi derin bir nefret ve kinin üstesinden gelmek bir hayli zor olmalı!

2.Eğer Yunus nefretiyle başa çıkabilseydi, karşılaşacağı şey korku olurdu. Bir Amerikalı’nın İran’a gidip ‘tövbe edin’ demesi benzeri bir durumla karşılaşacaktı. Ya da bir Filistinli Arap, Yahudiler’e ‘tövbe edin’ demeye kalkarsa ne olabilir sizce? Bu durumdaki birinin hissedeceği duygu herhalde korkuolurdu.

3.Ayrıca, Ninova büyük bir şehirdi.Yahudiler genelde kırsalda yaşayan, köylü insanlardı ve Yunus kesinlikle onlardan biriydi. Köylüler genelde büyük şehirlere karşı çok önyargılıdırlar. Çünkü büyük şehirler insan yüreğinde bir amplifikatör gibi çalışırlar; iyiyi ve kötüyü, onuru ve utancı, kutsalı ve murdarı, yani her ne varsa, arttırır, büyütürler.

Köylü Yahudi bir peygamber için, büyük şehir kötülüğün ta kendisiydi, yani çirkin, murdar, iğrençti; fuhuş, adaletsizlik ve düzenbazlıkla doluydu. Yunus’un yerinde olsaydık, ‘canımı sokakta mı buldum, kusura bakma gidemem’ demez miydik?

4. Yunus’un aklından geçen dördüncü itiraz da şu olmalıdır: Ninova halkının tövbe etmesi imkansızdır.‘Diyelim ki düşmanlığımı bir kenara koyup, oraya gitmeyi ve bu mesajı iletmeyi göze aldım. Öldürülmeyecek ve oradaki pislik beni kirletmeyecek bile olsa, onlar beni dinler mi, tövbe ederler mi? İmkansız! O zaman boşu boşuna gitmeyeyim. Hayatımı nafile bir amaç için tüketmeyeyim! Elimi taşın altına koymayayım!’ diye düşünmüş olmalıdır.

5. Yunus’un, bir Yahudi olarak, ilahiyatla ilgili, teolojik bir itirazı vardı: ‘Yehova Yahudiler’in Tanrı’sıdır. Bizimle bir antlaşma yaptı. Bütün diğer uluslardan önce bizi seviyor. Tanrı’nın seçilmiş ve özel halkı biziz! Ninova halkıyla ne alakası, ne de ilgisi var ki! Onların zaten kendi ilahları var.’ Diğer bir değişle, din ırka bağlıdır.Bizim dinimiz bizim ırkımız için, onlarla bir ilgimiz olamaz. ‘O zaman hiç karışmayayım!’

Ve Yunus, bütün bu itirazlarından dolayı, itaatsizliğe kapıldı. Tanrı’dan daha iyi bildiğini düşünerek, Tanrı’nın isteğinden ve huzurundan kaçtı.

Yun 1:3 Ne var ki, Yunus RAB'bin huzurundan Tarşiş'e kaçmaya kalkıştı. Yafa'ya inip Tarşiş'e giden bir gemi buldu. Ücretini ödeyip gemiye bindi, RAB'den uzaklaşmak için Tarşiş'e doğru yola çıktı.

Tanrı, ‘doğuya git’ dedi ama Yunus batıya gitti; tam ters yönde! Gitmek istediği yer, yani Tarşiş İspanya’da bir sahil kentiydi. Tam bir tatil cennetiydi diyebiliriz. Yunus herhalde, palmiye ağaçlarının gölgesinde yan gelip, elinde tropikal kokteyl kadehiyle dinlenmeyi hayal ediyordu.

Peki siz acaba hangisini seçerdiniz? Ninova’ya gitmek mi, Tarşiş’e gitmek mi?

Senin Ninovan nedir?

Yunus zor yolu değil, kolay yolu seçti.

Yunus çöle gideceğine, Akdenize gitti.

Yunus canını tehlikeye atmaktansa, kendi canını eğlendirmeye gitti. Üstelik kararlıydı, Nuh dedi Peygamber demedi!

İşte insanoğlunun asıl sorunu da budur, Tanrı’nın söylediğinin tersini yapmak! Doğu yerine Batı’ya; çöle değil plaja; büyük şehirden sakin köşelere; görev yerine kaçmaya! Hep Tanrı’nın dediğinin tam tersini yapmaya eğilimliyiz.

Düşünce akışımız genelde şöyledir: ‘Biz daha iyi biliriz, bu adım daha mantıklı, daha uygundur, daha akılcıdır, daha iyidir, çağın gereklerine göredir...’ Hep ama hep itaatsizlik!

Yunus’un geçerli sayabilecek itirazları yok muydu? İşin aslına bakarsak, vardı.

Yunus, aslında Yahudi olmasına rağmen, hor gördüğü Ninova halkından daha iyi durumda değildi. Belki onlar müjdeyi duyunca tövbe edeceklerdi oysa Yunus tövbekar değildi. Tanrı’nın gönderdiği ulağın kendisi de aslında kurtarılmaya muhtaç biriydi!

Peki, Tanrı’dan kaçmak mümkün mü?

Yun 1:4 Yolda RAB şiddetli bir rüzgar gönderdi denize. Öyle bir fırtına koptu ki, gemi neredeyse parçalanacaktı.

Yun 1:5 Gemiciler korkuya kapıldı, her biri kendi ilahına yalvarmaya başladı. Gemiyi hafifletmek için yükleri denize attılar. Yunus ise teknenin ambarına inmiş, yatıp derin bir uykuya dalmıştı.

Yunus Tarşiş’e ulaşamadı. ‘Oraya kapağı bi atayım sonrası kolay,’ dediği yere hiç erişemedi. Ne zaman biz de buna benzer birşeyler düşünsek asla gerçekleşmez, değil mi?

Şu son proje bi bitsin, of be ne biçim rahatlarım.’

Bi borçlarımı kapatsam, herşey rayına oturacak.’

piyango bana bi çıksın, bak ne güzel olacak.’

Yeter ki evleneyim, bütün sorunlarım biter!’

Yunus Tarşiş’e ulaşamadı, hamdolsun. Bu aslında Tanrı’nın merhametinin göstergesidir. Çünkü Tanrı’dan kaçtığınız zaman aslında bir fırtınaya doğru koşarsınız!

Yunus’un bulunduğu gemide herkes telaş içinde dua ediyor, daha önce değerli saydıkları yükleri, malları denize atıyorlardı. İlginçtir ki bir zamanlar kıymetli sayıp, biriktirip, korudukları mallar, fırtınaya yakalandıkları ilk anda gemiden atılmaktaydı. Fakat buna rağmen ne kendi çabaları ne de yalvardıkları ilahları onları kurtarabilirdi.

Dünyamız tıpkı bu küçük gemi gibi, Tanrı’nın gazabına uğradı.Sallanıyor, savruluyor ve herkes korku içinde ilahlarına yalvarıp yüklerini denize atıyor. Ama boşuna, çünkü tekne batmak üzere.

Tam da fırtınanın ortasında Yunus ne yapıyordu, diye soracak olursanız, en alt güvertede uzanmış mışıl mışıl uyuyordu. Evet, inanılır gibi değil! Oysa kurtuluş ondaydı ve yaşanmakta olanı anlayacak ve anlamlandırabilecek olan tek kişi de oydu. Yani geminin tek kurtuluş çaresi o idi, ama Yunus bebekler gibi uyuyordu!

Böyle bir bencillik olur mu, diye düşünmeyin. İnanılır gibi değil, ama inanmalıyız. Çünkü biz de aynı şeyi yapıyoruz!

Nasıl uyuyoruz?

Kabulleniş uykuya yatmak gibidir, belki Yunus da bu yüzdenden uyuyordu. ‘Yapacak bir şey yok,’ diye düşünmüş olmalıdır. ‘Artık kısmet. Gemi batacaksa batsın. Allah’ın isteğiyse, öyle olsun, razıyım,’ demiştir. ‘Alnıma böylesi yazılmış, artık ne yazıldıysa o olacak!’

Bunu çok net bir şekilde vurgulamak gerekiyor. Çünkü Bazılarımızın en büyük düşmanı kaderciliktir. Ve maalesef iman ettiğimiz zaman bu kaderciliği de Hristiyanlaştırıyoruz. ‘Bu fırtınayı gönderen Tanrı,’ diyoruz. ‘Ona karşı duramam ki! Başıma geleni kabullenmeliyim. Razı olur, gözlerimi kapar, uyurum.’

Uyursan öleceksin!

Ne yazık ki kilisede bile, imanlılarda bile böyle bir uyuşukluk bazen karşımıza çıkıyor. İlgisizlik, vurdumduymazlık, görmezden gelmek, dünya batıyor ve kilise – yani tek çare– uyuyor!

Bir denizcinin, boğulan birinin haykırışlarını duyup öylece oturması mümkün mü?
Bir doktorun, rahatını bozmamak için hastasını ölüme terk etmesi mümkün mü?
Bir itfaiyecinin, el vermeden insanların yanışını oturup seyretmesi mümkün mü?
Etrafındaki dünya kahrolmaya mahkum olurken senin rahat rahat oturman mümkün mü?

Yun 1:6 Gemi kaptanı Yunus'un yanına gidip, "Hey! Nasıl uyursun sen?" dedi, "Kalk, tanrına yalvar, belki halimizi görür de yok olmayız."

En nefret etmemiz gereken cümle şu olmalıdır: ‘yapacak bir şey yok.’

İki kere kalk

Oysa odaklanmamız gereken sözcük şudur: ‘kalk!’ Bunu iki kez, ilk ayette Tanrı’nın ağzından ve altıncı ayette gemi kaptanının ağzından duyuyoruz.

  1. Tanrı ‘kalk’ diyor – büyük kente git.

İstanbul hakkında ne düşünüyorsunuz, İstanbul’la olan ilişkinizi nasıl tarif ederdiniz?

İstanbul’u seviyor musunuz, yoksa sizi hayal kırıklığına mı uğrattı, canınızı mı sıktı? İstanbul sende bir prosac bağımlılığı mı yarattı? Seni hasta mı ediyor, deli mi ediyor?

Kimimiz İstanbul’dan nefret ediyor,İstanbul’dan, trafiğinden, betonundan, kalabalığından, halkından nefret ediyor olabilirsiniz. Ve Tanrı sana, ‘kalk, ulağım, tebliğçim, habercim, temsilcim ol’ dediğinde, sen de Yunus gibi, ‘ama istemiyorum, sevmiyorum’ diyebilirsin.

Kimimiz İstanbul’dan korkuyor. İstanbul’da anksiyete oranı yüksek. Prosac yaygın. Korkulacak o kadar çok şey var ki... Maddi korkularımız var, çünkü istanbul pahalı. Ayrıca deprem korkularımız var. Sonra çocuklarınız için korkuyorsunuz. Ya da belki Yunus gibi, direkt insanların müjdeye tepkisinden korkuyorsun, ‘onlarla konuşursam, başıma ne gelir?’

Kimimiz İstanbul’u çirkin buluruz. Büyük şehir insanı yutar derler ya? Çocuklarımızı İstanbul’da yetiştirirsek örf ve adetlerimizden yoksun kalırlar. Ortalıktaki pislik o kadar yaygın ki mutlaka bize de bulaşacak. Ahlaksızlık diz boyu!

Kimimiz İstanbul’u imkansız görürüz . ‘Yunus gibi gitsem bile, millet bana inanmaz,’ diyor, İstanbul’un kurtuluşunu imkansız olarak görüyorsunuz!

Kimimiz için ilahiyat açısından bir sorun var. Belki Hristiyanlık batılı bir din diye düşünüyorsunuz. Burada başka bir din, Allah’a giden başka bir yol biliniyor. Niye yabancı bir Tanrı getirilsin ki? Buradaki inanca saygı göstermek lazım!

Yunus kitabında bütün bu itirazlar yanıt bulmaktadır.

Tanrı Ninova’yı seviyor ve Yüceler Yücesi, istanbul’u da seviyor.

İkinci ayetteki ‘Çünkü kötülükleri önüme kadar yükseldi,’ İfadesi aslında ‘sefillikleri, çileleri, dertleri, zorlukları’ anlamına gelmektedir. Burada ağır basan vurgu, Tanrı’nın öfkesi değil, Tanrı’nın merhametidir.

Bu küçük kitabı çalışırken, aslında Tanrı’nın bu şehri ne kadar çok sevdiğini göreceğiz.

Çünkü Yunus en sonunda Tanrı’nın isteğine uygun bir şekilde gidiyor, vaaz ediyor ve bütün halk tövbe ediyor; yani, imkansız olan gerçekleşiyor! Bir kişinin itaati bütün kentin kurtulmasına sebep oldu. Yani iyi ki gitti!

Yun 4:9 Ama Tanrı, "Keneotu yüzünden öfkelenmeye hakkın var mı?" dedi. Yunus, "Elbette hakkım var, ölesiye öfkeliyim" diye karşılık verdi.

Yun 4:10 RAB, "Keneotu bir gecede çıktı ve bir gecede yok oldu" dedi, "Sen emek vermediğin, büyütmediğin bir keneotuna acıyorsun da,

Yun 4:11 ben Ninova'ya, o koca kente acımayayım mı? O kentte sağını solundan ayırt edemeyen yüz yirmi bini aşkın insan, çok sayıda hayvan var."

Onuncu ayete dikkatle bakarsak, aslında Tanrı’nın şehre emek verdiğini ve büyüttüğünü görürüz. Ninova’nın yatırımcısı, kurucusu Tanrı’ydı.

Bu ne demek oluyor? Tanrı, İstanbul’a emek verdi ve veriyor. Tanrı İstanbul’a bakıyor. Ekonomisini, sosyal yapısını büyüttü ve büyütmeye devam ediyor. İstanbul’u yetiştiren ve geliştiren Tanrı’dır! Tanrı İstanbul’dan sorumludur. Tanrı İstanbul’un da hakimidir ve İstanbul sahipsiz değildir!

Böylelikle size, imanlılar olarak, Mesih’in adıyla ‘kalk’ diyorum. İstanbul’u sev, İstanbul’la ilgilen, İstanbul’da yaşa. Bu sorumluluğu üstlen! Kalk ve git. Kalk ve kayır. Kalk ve duyur.

  1. Gemi kaptanı ‘kalk’ diyor – kalk ve Tanrı’na yalvar!

Uyuşukluktan, kadercilikten, vurdumduymazlıktan tövbe etmek lazım. Gemi kaptanı senden yardım istiyor ve onun çaresi sende. Komşularımız, iş arkadaşlarımız bizim kalkmamızı bekliyor. İstanbul, kilisenin uyanmasını, kalkmasını, sorumluluk üstelenmesini, dua etmesini bekliyor.

Dua, dünyayı oynatan eli harekete geçirir!

Yun 3:10 Tanrı Ninovalılar'ın yaptıklarını, kötü yoldan döndüklerini görünce, onlara acıdı, yapacağını söylediği kötülükten vazgeçti.

Yapacak bir şey yok demeyeceksin. Dua edeceksin. Tanrı’na yalvaracaksın.

Seçimler olacak; yapacak bir şey yok, demeyeceksin. Tanrı’na yalvaracaksın.

Evliliğin çaresiz durumda mı? Yapacak bir şey yok demeyeceksin. Kalkıp Tanrı’na yalvaracaksın.

İşsiz misin? Yapacak bir şey yok demeyeceksin. Kalkıp Tanrı’na yalvaracaksın. Kendini sorumlu kılacaksın. Eyleme geçeceksin!

Borçlu musun? Yapacak bir şey yok demeyeceksin. Kalkıp Tanrı’na yalvaracaksın ve kendine sahip çıkacaksın.

Belki yıllar önceydi, Tanrı’dan kaçtın ve başına bir fırtına geldi. ‘Artık çok geç’ diyorsun, ‘akşam oldu’ diyorsun; ‘köprünün altından çok sular aktı’ diyorsun... Hemen kalkıp Tanrı’ya dönmelisin. Tövbe et, O seni affedecektir.

Yunus Kalktı ve sorumluluğu üstlendi.

Yun 1:12 Yunus, "Beni kaldırıp denize atın" diye yanıtladı, "O zaman sular durulur. Çünkü biliyorum, bu şiddetli fırtınaya benim yüzümden yakalandınız."

Yun 1:15 Sonra Yunus'u kaldırıp denize attılar, kuduran deniz sakinleşti.

Yunus denize atıldığında, sanki Tanrı’nın adaleti tatmin olmuştu. Deniz sütliman oldu.

Yunus’un bu eyleminde bir an için İsa Mesih’i görüyoruz. Mesih, suçsuz olduğu halde, saf ve temiz ve mükemmel olduğu halde, dünyamıza geldi, gemimize bindi. Gemi itaatsizliğimizden dolayı Tanrı’nın gazabına uğramış, fırtınaya yakalanmıştı.

Ve Mesih, bunda kendi sorumluluğu olmadığı halde, ‘boş ver’ demedi, ‘yapacak bir şey yok’ da demedi. Vurdumduymaz hiç değildi, tam tersine, ‘beni denize atın’ dedi, ‘ben size kurban olurum, ben sizin yerinize ölürüm,’ dedi.

Ve biz onu denize attık. Tanrı’nın Oğlu, kusursuz kurban kuzusunu öldürdük, çarmıha gerdik, boğazladık. İşte Yunus denize girer girmez fırtına dinmişti ya, aynen öyle, İsa Mesih çarmıhta ölür ölmez, Tanrı’nın bize karşı olan gazabı dindi, yok oldu.

Nükleer atıkların beton içine gömülmesi gibi, Mesih’in gömülmesiyle Tanrı’nın dünyaya olan gazabı ve insanoğlu üzerindeki laneti de gömüldü, gitti.

Ve biz o fırtına sonrasındaki sessizlik ve sakinlikte kaldık.

İşte Yunus, nasıl mucizevi bir şekilde hayata döndüyse, Mesih de hayata döndü; fakat o hikayeyi gelecek bölümde işleyeceğiz.

Mesih sorumluluk üstlendi ve büyük kente girdi! O zaman sen de kalk ve O’nun izlerinden git!