Kural 7. Özdeyişler ile Yasa Arasındaki Farkı Dikkate Alın

Kutsal Kitap yorumu ve uygulamasında bir atasözüne ahlaksal bir mutlağa verilen ağırlık ve gücü vermek sık sık yapılan bir yanlıştır. Özdeyişler yaşam gerçekleri dile getirmek için tasarlanan ve akılda kolay kalan cümlelerdir. Tanrı’nın                                                                        hoşuna gidecek bir yaşam için gereken bilgeliğin ilkelerini yansıtırlar. Yaşamda alda gelebilecek her durumda uygulanması gereken ahlaksal yasaları yansıtmazlar.

Bunları mutlaklar haline getirmenin çıkartacağı sorunları göstermek için bir İngiliz özdeyişini örnek olarak vereyim. “Atlamadan önce bak.” Bu söz, davranışlarınızın doğuracağı sonuçları düşünmeniz için söylenmiştir. Aceleci olmamalı ve tam ne yaptığımızı bilmeden bir şeye atılmamalıyız. Peki ya, “Tereddüt eden kaybeder” sözü? Bu sözlerin ikisini de mutlaklar haline getirirsek ne olur? Bir yandan tereddüt edersek kaybederiz, ama atlamadan önce bakacaksak tereddüt etmemiz gerekir. Öyleyse sonuç, “Atlamadan önce bakmakta tereddüt eden kaybeder!” gibi bir şey olur.

Kutsal Kitap’taki özdeyişlerinde ve İsa’nın söylediği bazı bilgece sözlerde de aynı şey başımıza gelebilir. İsa, “Benden yana olmayan bana karşıdır. Benimle birlikte toplamayan dağıtıyor demektir” (İncil:Matta 12:30) der. Ama İsa aynı zamanda, “Size karşı olmayan, sizden yanadır,” da demişti. Nasıl olur da her ikisi de doğru olabilir. Hepimiz bazı durumlarda sessizliğin kabul etmek, diğer durumlarda ise düşmanlık anlamına geldiğini biliriz. Bazı durumlarda muhalefet etmemek desteklemek anlamına gelir, diğer durumlarda ise yeterince destek vermemek muhalefet anlamına gelir.

Zebur:Süleymanın Meselleri 26:4-5, özdeyişlerinin hiçbir istisnası olmayan mutlaklar olarak ele alınırlarsa nasıl çelişkili olabileceklerine çok açık bir örnektir. 4’ cü ayet, “Akılsıza akılsızlığına göre cevap verme, yoksa sen de ona benzersin,” der. 5’ci ayetse, “Akılsızca akılsızlığına göre cevap ver, yoksa kendi gözünde bilge olur,” der. Yani, akılsız birini akılsızlığına göre yanıtlamanın akılsızlık olduğu ve akılsız birisini akılsız bir cevapla yanıtlamanın bilgece olduğu zamanlar vardır.

Bir özdeyişle bir yasa arasında ayrım yaparken değişik yasalar arasında da ayrım yapmalıyız. Kutsal Kitap’ta bulduğumuz iki temel yasa türü ya da biçimi vardır. Yasalar mutlak ve şartlara bağlı olan buyruklar olarak iki çeşittir. Mutlak buyruklar itiraz kabul etmez ve kesin emirleri dile getirir ve “yapacaksın” ya da “yapmayacaksın” gibi direkt kişisel biçimler kullanır. Bu yasa biçimini On Emir’ de çok açık bir biçimde görürüz.

Şartlara bağlı olan yasa, “eğer... o zaman” biçiminde şartlı cümlelerle dile getirilir. Bu, örnekleme hukukunun temelini oluşturur. Şartlara bağlı yasayı yerine getirmek için bir dizi “örnek” verir. Örneğin, Tevrat:Çıkış 23:4 şöyle öğretir, “Düşmanınızın yolunu şaşıran öküzüne ya da eşeğine rastlarsanız, mutlaka kendisine geri götüreceksiniz.” Cümlenin ilk kısmının şartlı, ikinci kısmı mutlak olduğuna dikkat edin. Burada düşmanın eşeği ya da öküzünü geri götürmek hakkında çok açık bir talimat verilmiştir. Peki ama ya düşmanımın ineğini ya da devesini başı boş dolaşırken görürsem onları da kendisine götürmek zorunda mıyım? Yasa böyle bir şey söylemiyor. Şartlara bağlı yasa ilkeyi örnekle verir. Yasa dolaylı olarak inekleri, develeri, tavukları ve atları da içerir. Eğer Kutsal Kitap akla gelebilecek her ihtimal için kesin bir yasa verseydi bunun için gereken yasa kitaplarını koyabilmek için koskocaman kütüphaneler gerekirdi. Prensibin temelini örnek hukuku oluşturur ama prensibin belli ki çok daha geniş bir uygulama alanı vardır.

 

Kural 8. Yasanın Lafzı ile Ruhu Arasındaki Farkı Gözden Kaçırmayın

Yasayı harfi harfine yerine getirmekte çok dikkatli olmalarına karşın yasanın ruhuna sürekli karşı gelen Ferisiler’ in İncil’deki ününü hepimiz biliyoruz. Sept gününde fazla seyahat edemeyecekleri kuralını kendi “Sept günü yolculuklarunı” akıllıca uzatarak bozan İsrailler hakkında fıkralar vardır. Hahamlar, Sept günü yolculuğunun kişinin evinden belirli bir uzaklığa kadar olabileceğini söylemişlerdi. Böylece bir yasaya kraldan ziyade kralcı bir şekilde bağlı kimse (yani “yasacı” da diyebiliriz buna) Sept gününde izin verilenden daha uzak bir yere gitmek istediğinde hafta içinde yolculuk eden yolculara ya da dostlarına diş fırçasını ya da başka bir kişisel eşyasını birbirlerinden kilometrelerce uzaktaki kayaların altına koydurur ve yasacı böylece şimdi kişisel eşyasının bulunduğu her yerde teknik olarak yaşıyor olurdu. Sept gününde yolculuk etmek için bütün yapacağı, diş fırçalarını topla-ya toplaya bir “evinden” öbür “evine” gitmesiydi. Burada yasanın harfine itaat edilmiş ama yasanın ruhu ihlal edilmiştir.

İncil zamanlarında çeşitli türlerde şeriatçiler vardı. Bunlardan ilki ve en başta geleni Tanrı’nın koyduklarının ötesinde kurallar ve yasaklar koyan kişilerdi. İsa, hahamların geleneklerini Musa’ nın Yasaları kadar otorite sahibi saydıklarından ötürü Ferisiler’i azarladı. İnsanların koyduğu yasaların tanrısal otorite taşıdıklarını söylemek, yasacılığın (şeriatçiliğin) en büyük türüdür. Ama tek türü bu değildir. Sept günü yolculuğu da, bir başka sık görülen türe örnektir. Ruha karşı gelirken harfe itaat etmek kişiyi teknik olarak doğru, ama gerçekte yoz yapar.

Yasanın çarpıtılmasının bir başka biçimi de, harfi görmezlikten gelirken yasanın ruhuna itaat etmeye çalışmaktır. Harfle ruh birbirlerinden ayrılmaz bir şekilde bağlantılıdır. “Yasacı”, ruhu; metne aldırmayan kişi de, lafzı yok eder.

İsa’nın Dağdaki Vaaz’de Musa’nın Yasalarını ele alışı yorumcular tarafından acıklı bir biçimde çarpıtılmıştır. Örneğin geçenlerde ünlü bir psikiyatristin İsa’nın ahlaksal öğretilerini sert bir şekilde eleştirdiği bir gazete yazısı okudum. İsa’nın bir ahlak öğretmeni olarak neden bu kadar yüksek görüldüğünü bir türlü anlamadığını çünkü İsa’nın özellikle adam öldürme ve zina konularında ahlaksal bakımlardan çok saf olduğunu söylüyordu. Psikiyatrist. İsa’nın bu konulardaki sözlerini adam öldürmenin ciddiliğini öfkeyle ve zinanınkini şehvetle eşitlemek olarak yorumlamıştı. Öfkenin adam öldürmek kadar kötü bir şey olduğunu ya da şehvet dolu bir düşüncenin zina yapmak kadar kötü bir şey olduğunu düşünen herhangi bir öğretmenin ahlak anlayışı çarpılmıştır. Sözlerine adam öldürme ve zinanın etkilerinin öfke ya da şehvetten çok daha kötü olduğunu göstererek devam etti. Eğer birisi birisine kızmışsa bu zararlı olabilir. Ama kızgınlık adam öldürmeye kadar giderse bunun sonuçları çok daha büyük olacaktır. Öfke bir insanın hayatına son vermez, kansını dul ve çocuklarım babasız bırakmaz. Adam öldürme ise aynen bunu yapar. Eğer kafamda şehvetli bir düşünce varsa bu benim kendi kafamın temizliğini sorgulatabilir ama, bir kadını kocasına ihanet ettirip evliliğini yıkmamışımdır. Ve psikiyatrist böylesi ahlaksal öğretilerin sorumlu yaşama ciddi bir zararı olduğunu söyleyerek analizine devam ediyordu.

Daha alt düşünce düzeyinde bulunan insanlar arasında da “Dağdaki Vaaz” hakkında aynı yanlış anlama yaygındır. Bazı insanlar, “Onun hakkında zaten kafamdan şehvet dolu düşünceler geçirdim, o zaman Tanrı’nın gözünde zaten zina işlemiş olduğumdan bari zinayı gerçekten işleyeyim,” derler. Bu İsa’nın söylediklerini çirkin bir şekilde çarpıtmakla kalmaz, şehvet suçunu zina günahının büyüklüğüyle birleştirir.

İsa’nın bu konularda ne söylediğine bakın ve Kendisini eleştirenlerin söylediği gibi saf olup olmadığına karar verin:

“Atalarımıza, ‘Adam öldürme. Öldüren, yargılanmayı hak edecek’ denildiğini duydunuz. Ama ben size diyorum ki, kardeşine karşı öfkelenen her kişi yargılanmayı hak edecek. Kim kardeşine aşağılayıcı bir söz söylerse, Yüksek Kurul’un yargısını hak edecek. Kim kardeşine ahmak derse, cehennem ateşini hak edecek,”

(İncil:Matta 5:21-22).

Ayrıca şuna da dikkat edin:

“‘Zina etme’ denildiğini duydunuz. Ama ben size diyorum ki, bir kadına bakıp onu arzulayan her adam, zaten yüreğinde o kadınla zina etmiştir,” (İncil:Matta 5:27-28).

İsa bu parçaların hiçbir yerinde öfkenin adam öldürmek ya da şehvetin zina etmek kadar kötü olduğunu söylemiyor. Söylediği, kişi adam öldürmez ama kardeşinden nefret eder ve ona hakaret ederse adam öldürme hakkındaki yasanın tümünü yerine getirmemiş olduğudur. İsa,, adam öldürmenin günah olduğunu ama nefret ve iftiranın da günah olduğunu söylemektedir.

İsa’nın öğretisindeki önemli nokta, yasanın harfinden daha geniş bir uygulama alanı olduğudur. Eğer birisini öldürürseniz, yasanın harfine karşı gelmiş olursunuz ama birisinden nefret ederseniz yasanın ruhuna karşı gelmiş olursunuz. “Öldüren yargıyı hak edecek., kardeşine karşı öfkelenen her kişi yargılanmayı hak edecek,” der. Burada İsa’nın bütün söylediği hem adam öldürmenin, hem de öfkenin günah olduğudur. Yıkıcı sonuçlarının eşit olduğunu ya da her ikisinin de eşit biçimde iğrenç olduğunu söylememektedir. Birçoklarının anladığı gibi her ikisinin cezasının eşit olduğunu bile söylememektedir. Tabii, birisine aptal diyerek ona iftira atarsanız cehenneme gidecek kadar suçlu olduğunuzu söylüyor. Ancak bu sözler cehennemdeki bütün cezaların eşit olduğunu dile getirmez. Söylediği şey, iftiranın birisinin hayatını mahvedici gücü olan ciddi bir suç olduğundan cehennem cezasına layık olduğudur. İsa bütün günahların ciddiliğinin altını çizmektedir. Ama cehennemde her günahın cezası aynı mıdır? Isa böyle bir şey öğretmemektedir. İncil bizleri, “gazap günü için kendine karşı gazap biriktirmek” konusunda uyarır (İncil:Romalılar 2:5). Cehennemde günahkarların cezaları eşitse kişi nasıl “gazap biriktirebilir?” Isa, Tanrı’nın herkesi yaptığı işlere göre yargılayacağını söyler. Bazıları çok dayak yiyecek bazılarıysa az dayak yiyecektir (İncil:Luka 12:47-48). Söylenmek istenen bütün günahların cezasının aynı olacağı değil, bütün günahların cezalandırılacağıdır. Kutsal Kitap’ın adalet ilkesi kötülüklerin ve bunlara verilen cezaların dereceleri arasında bir ayrım yapar.

İsa zina konusunda, insan birisine şehvetle bakarsa onun “kalbinde” zina yapmış olduğunu söylemektedir. Söylenmek istenen şey, yasanın harfi yerine getirildiği halde yasanın ruhuna karşı gelindiğidir; günah sadece etkinliklerle sınırlı değildir. Tanrı yapılan hareketle olduğu kadar bireyin kalbiyle de ilgilenir. Ferisiler yasanın harfini yerine getirdiklerinden ötürü yasanın tümünü yerine getirdiklerini düşünerek kendilerini kandırıyorlar ve doğruluklarından ötürü gurur duyuyorlardı.

İsa’nın yasa hakkındaki öğretisi şu cümleyle özetlenebilir:

“Kutsal Yasa’yı ya da peygamberlerin sözlerini geçersiz kılmak için geldiğimi sanmayın. Ben geçersiz kılmaya değil, tamamlamaya geldim. Size doğrusunu söyleyeyim, gök ve yer ortadan kalkmadan, her şey gerçekleşmeden, Kutsal Yasa’dan ufacık bir harf ya da bir nokta bile eksilmeyecek. Bu nedenle, bu buyrukların en küçüklerinden birini kim çiğner ve başkalarına öyle yapmalarını öğretirse, Göklerin Egemenliğinde en küçük sayılacak. Ama bu buyrukları kim yerine getirir ve başkalarına öğretirse, Göklerin Egemenliğinde büyük sayılacak,” (İncil:Matta 5:17-18).

Bu parça, İsa’nın yasanın harfinin yerine getirilmesiyle ilgilendiğini açık bir biçimde öğretiyor. Sadece harf önemli olmakla kalmaz aynı zamanda “ufacık bir hart” ve “nokta” bile yerine getirilmeli ve öğretilmelidir. Ama İsa yasanın harfinin ötesindeki ruha olan ilgisini de göstermiştir. İsa ruhu harften üstün tutmaz ya da ruhu harfin yerine geçirmez, ruhu harfe ekler. Anahtar şudur, “Size şunu söyleyeyim: doğruluğunuz din bilginleriyle Ferisiler’inkini kal kat aşmadıkça, Göklerin Egemenliğine asla giremezsiniz!’ (İncil:Matta 5:20). Ferisiler harfe dikkat ediyorlardı; Mesih İnanlıları’nınsa hem harfe, hem de ruha dikkat etmeleri gerekmektedir. İsa bunu Tanrı’nın Egemenliği’ne girmenin şartı olarak veriyor. Adam öldürme ve zina hakkındaki sözleri bu emri izler ve bu ilkeyi açıklar.

 

Kural 9. Benzetmeleri Yorumlama Konusunda Dikkatli Olun

Kutsal Kitap’ta gördüğümüz bütün edebi türler içinde benzetmenin bazen en kolay anlaşılan ve yorumlanan tür olduğu düşünülür. İnsanlar genelde benzetmeleri temel alan vaazlerden hoşlanırlar. Benzetmeler yaşamdaki durumları temel alan somut öyküler olduklarından soyut kavramlardan daha kolay anlaşılır gibi görünürler. Ancak İncil bilgininin görüş açısından, yorum konusunda benzetmelerin kendilerine has zorlukları vardır.

Benzetmelerin ne gibi bir zorluğu vardır? Bu özlü öyküler neden sunulup açılamıyor? Bu soruların birkaç yanıtı vardır. Birincisi benzetmenin ilk olarak neyi kastederek anlatıldığının bilinmesi gerektiğidir. İsa’nın, benzetmeleri bir öğretme aracı olarak kullanmayı sevdiği belliydi. Ancak insanın kafasını karıştıran soru, benzetmeleri öğretilerini açıklamak için mi yoksa gizli tutmak için mi kullanmış olduğudur. Bu tartışma İsa’nın İncil. Markos 1:10-1 2’deki anlamı tam olarak anlaşılmayan sözlerini odak alır:

Onikilerle diğer izleyicileri İsa’yla yalnız kalınca, kendisinden benzetmelerin anlamını sordular. O da onlara şöyle dedi: “Tanrı’ nın Egemenliğinin sırrı sizlere açıklandı, ama dışarida olanlara her şey benzetmelerle anlatılır. Öyle ki, ‘BAKIP BAKIP GÖRMESİNLER, DUYUP DUYUP ANLAMASİNL DA, DÖNÜP BAĞIŞLANMASINLAR”’

İsa havarilerine Ekinci Benzetmesi’nin ayrıntılı bir açıklamasını yaparak sözlerine devam eder. Benzetmelerin Tanrı’nın Egemenliğinin gizemleri kendilerine verilmemiş insanlar tarafından anlaşıl maması gerektiğini söylediğinde ne demek istemiştir? Bazı çevirmenler metinden o denli alınmışlardır ki sorundan uzak durmak için metnin sözlerini değiştirmişlerdir. Metni bu şekilde çarpıtmanın edebi bir nedeni yoktur. Diğerleri bu sözlerde İsrail halkının katılaşmış kalplerini cezalandırmasına ilişkin bir kinaye ve Tanrı’nın peygamber Yeşaya’ya verdiği görevin bir yankısını görürler. Yeşaya’nın tapınakta gördüğü ünlü görümde (Tevrat:Yeşaya 6:8-13) Tanrı ona, “Kimi göndereyim ve bizim için kim gidecek? diyordu. Ve o da, “İşte, ben, beni gönder, dedim” diye anlatır. Tanrı, Yeşaya’nın sözlerine şöyle söyleyerek yanıt verdi:

Git ve bu kavme söyle,

“İşittikçe işitin fakat anlamayın;

Ve gördükçe görün fakat bilmeyin.

Bu kavmın yüreğini duygusuzlaştır,

Ve kulaklarını ağırlaştır,

Ve gözlerini kapa da,

Gözleriyle görmesinler,

Ve kulaklarıyla işitmesinler,

Ve yürekleriyle anlamasınlar

Ve tövbe edip şifa bulmasınlar.”

Burada Tanrı’nın yargısı, insanlara günahlarından ötürü “duygusuz yürekler” vermeyi içerir. Bu yaptıklarına karşılık verilen bir tür cezadır; insanlar Tanrı’yı dinlemek istemiyorlardı bu yüzden Tanrı onlardan Kendisinden işitebilme yeteneğini almıştı.

İsa sık sık, “Kulağı olan işitsin” sözlerini kullanır. İsa’nın bu sözü kullanma biçimi, sözlerini “işiten” herkesin onları O’nun istediği biçimde işitmediğini gösterir.

Eğer benzetmelerin kullanımı konusunda İsa’yı ciddiye alacaksak, içlerinde bir saklama öğesi bulunduğunu kabul etmeliyiz. Ama bunun anlamı bir benzetmenin tek amacının krallığın gizemlerini tövbe etmemiş kişilerden saklamak demek değildir. Bir benzetme bir bilmece değildir. Hiç olmazsa ona açık olan kişiler tarafından anlaşılması için anlatılmıştır. Ayrıca İsa’nın düşmanları da benzetmeleri epey anlamışlardı. Anladıkları kadarı kendilerini hiddetlendirmeye yetiyordu.

Benzetmelerin “saklanma” yönünü ele alırken aklımızda tutmamız gereken çok önemli bir etken vardır. Benzetmeler ilk olarak, İsa’nın çarmıha gerilmesi ve dirilişten önce yaşamış bir topluluğa bildirilmişlerdi. O zamanda yaşayan insanların elinde benzetmeleri yorumlamalarına yardımcı olması için zemin olarak İncil yoktu. Benzetmelerin çoğu Tanrı’nın krallığıyla ilgilidir. Benzetmelerin verildiği sırada İsa’yı dinleyenlerin kafalarında Tanrı’nın krallığının anlamı hakkında çok popüler olan yanlış kavramlar vardı. Bu yüzden benzetmeleri anlamak her zaman çok kolay bir iş değildi. Havariler bile İsa’dan daha ayrıntılı bir yorum istemek zorunda kalmışlardı.

Benzetmeleri yorumlamaktaki bir başka sorun da benzetmenin mecazla olan ilişkisiyle ilgilidir. İsa Ekinci Benzetmesi’ni yorumladığında bunu mecazi bir biçimde yapar. Bu da bizi her benzetmenin her ayrıntısının belirli bir “ruhsal” anlamı olduğunu varsaymaya götürebilir. Ama benzetmelere böyle bir yaklaşımda bulunursak sorunlar çıkacaktır. Bütün benzetmelerin mecaz olduğunu varsayarsak İsa’nın öğretilerinin büyük bir kargaşa haline geldiğini görürüz. Bazen berızetmelerin mecaz olarak yorumlanmaya uygun değildir. Özellikle vaaz verirken benzetmelerin ayrıntılarının alegorik anlamlarını özgürce aramaya çalışırken hayal gücümüzü kullanmak ilginç olabilir, ama fazla öğretici olmayacaktır.

Benzetmeleri ele almanın en güvenli ve belki de en doğru yolu, onlarda bir tek ana fikir aramaktır. Kural olarak, İncil çok açık bir biçimde benzetmelerin ayrıntılarının mecazı anlamlan olduğunu ima etmedikçe benzetmeleri tam ayrıntılarıyla mecazmış gibi ele almaktan kesinlikle kaçınırım. Kaybolan Oğul gibi bazı benzetmelerin birden fazla şey söylemek istediği bellidir. Bazıları genişletilmiş ayrıntılı benzetmelerdir; diğerleri kıyaslayan öykülerdir; diğerlerinde ahlaksal bir anlam olduğu bellidir. Benim “bir tek anlam” kuralım bile katı bir biçimde uygulanamaz. Benzetmeleri ele alırken temel kural dikkatli olmaktır. Birkaç yorum kitabına başvurmak çok yararlı ve genellikle de gerekli olacaktır.

 

Kural 10. Gelecekteki Olayları Bildiren Peygamberlikleri Yorumlarken Dikkatli Olun.

Hem İncil’den, hem de Eski Antlaşma’dan geleceği bildiren peygamberliklerin yorumu Kutsal Kitap yorumunun en kötüye kullanılan biçimlerden biridir. Yorumlar, gelecekte gerçekleşecek olayları bildiren peygamberlikleri yok konumuna indirgeyen şüpheci olan “doğacı yöntem”den, her çağdaş olayda bir Kutsal Kitap peygamberliğinin “çok açık bir biçimde” yerine gelişini gören çılgın ve acayip yönteme kadar değişir.

Eleştirel yöntemlerin bir türü, bazen gelecekle ilgili bir bildiriye benzeyen her şeyin ve yerine gelmiş peygamberliğin metne daha sonra eklenmiş olduğu sayı üzerinde durmuşlardır. Sözsüz ifade olunan bu düşünce, gelecekle ilgili peygamberliklerin sonuçlarının doğru çıkmasının imkânsız olduğunu varsayar. Böylece görüldüğü her yerde geleceği bildiren peygamberliğin “gerçekleştikten” sonra metne eklendiğidir. Bu, tanrıbilimsel “kaçamaklı konuşmaktır” ve ciddiye alınmamalıdır. Sorun kelimenin klasik anlamıyla “önyargı”dır; metin keyfi ve nedensiz varsayılarla “önceden hüküm giymiştir.”

Diğer yandan bazen muhafazakar düşünürler Kutsal Kitap peygamberliğindeki her ayrıntının harfi harfine yerine gelmesi gerektiğinde ısrar ederler ve sembolik bildiriler ya da daha geniş anlamları olan bildirilerin var olduğunu kabul etmezler.

İncil’in Eski Antlaşma peygamberliklerini nasıl ele aldığını incelersek bazı durumlarda (örneğin Mesih’in Beytlehem’de doğması gibi) harfin yerine gelmesi çağrısı yapıldığını ve (örneğin Malaki’nin İlyas’ın dönüşü hakkındaki peygamberliğinin yerine gelişi gibi) daha geniş bir anlamda gerçekleşmenin var olduğunu keşfederiz.

Peygaınberlik sorununun karmaşıklığı hakkında azıcık bir bilgi edinmek için Malaki’nin peygamberliğini ve bunun İncil’de nasıl ele alındığını inceleyelim. Eski Antlaşma’nın son bölümünde aşağıdaki sözleri okuruz:

“RAB’bin büyük ve korkunç günü gelmeden önce size peygamber İlyas’ı göndereceğim. O babaların yüreklerini çocuklarına, çocukların yüreklerini babalarına döndürecektir. Öyle ki, ülkeye lanet yağdırıp yok etmeyeyim” (Tevrat:Zekerıya 4:5-6)

Eski Antlaşma İlyas’ın yeniden döneceğini önceden bildirerek biter. Bundan dört yüz yıl sonrasına kadar İsrail diyarında bir daha peygamberlik sesi duyulmaz. Sonra birdenbire ortaya Vaftizci Yahya çıkar. Onun kimliği hakkında herkes fikir yürütmeye başlar. Yuhanna’nın Müjdesi’nde Yahudilerin Yahya’nın kim olduğunu öğrenmek için bir heyet yolladılar (İncil:Yuhanna 1:19-28). İlk önce, “Sen Mesih misin?” diye sordular. Yahya olumsuz yanıt verdi. Bir sonraki sorulan, “İlyas mısın?”dı. Yahya’nın yanıtı şüphe bırakmayacak bir yanıttı, “Değilim.”

Vaftizci Yahya’nın İlyas’la olan ilişkisi sorunu İsa’nın İncil. Markos 9: 12-13’de bu konuda söylediği sözlerde birleşmiştir:

O da onlara şöyle dedi: “Gerçekten de önce İlyas gelir ve her şeyi yeniden düzene koyar. Ama nasıl oluyor da İnsanoğlu’nun çok acı çekeceği ve hiçe sayılacağı yazılmıştır? Size şunu söyleyeyim, İlyas geldi bile, ve onun hakkında yazılmış olduğu gibi, ona yapmadıklarnı bırakmadılar.”

Yine İsa İncil:Matta 11:13-1 5’de şöyle der:

“Yahya’ya dek tüm peygamberlerle Kutsal Yasa, olacakları önceden bildirdiler. Eğer bunu kabul etmek isterseniz, gelecek olan İlyas odur. Kulağı olan, işitsin!”

Böylece Vaftizci Yahya’nın çok açık bir biçimde İlyas olmadığını söylediğini, İsa’nınsa onun İlyas olduğunu söylediğini görüyoruz. Ama İsa’nın bu sözleri nasıl söylediğine dikkat edin. İlk önce, “Eğer bunu kabul etmek isterseniz” diye söze başlayarak söylediklerine ağırlık kazandırmıştır şarta bağladı. Belli ki İsa’nın kafasında bizim bilmediğimiz bir şey vardı. Belki de bilmecenin yanıtı Yahya’nın doğumunun melek Cebrail tarafından şöyle bildirilmesinde bulunur: “İlyas ‘in ruhu ve gücüyle Rab ‘bin önünden gidecektir,” (İncil:Luka 1:17).

Bilmece Yahya’nın İlyas’ın kendisinin yeni bir beden alarak ya da yeniden görünmesi olmadığı anlayarak çözülebilir. Ama belirli bir anlamda İlyas’tı, İlyas’m ruhu ve gücünde gelmişti. Bu, Yahya’nın inkârını olduğu kadar İsa’nın bu konudan gizemli bir şekilde söz edişini de açıklayabilir. Ancak önemli olan nokta İsa’nın Eski Antlaşma peygamberliğini ele alış biçimidir. Hiç olmazsa bu durumda İsa, peygamberliğin yerine gelişi konusuna bir serbestlik tanımış ve İlyas’la Vaftizci Yahya’nın aynı kişi oldukları hakkında ısrar etmemiştir.

Bütün peygamberlik biçimleri arasından anlaşılması en zor olanı apokaliptik türdür. Apokaliptik yazılar, bizim için bazen yorumlanmış, bazen de yorumlanmamış olan çok sayıda sembolik imajlar olarak nitelendirilir. Bu sınıfa giren belli başlı üç Kutsal Kitap kısmı Tevrat:Danyel, Tevrat:Hezekiyel ve İncil:Esinleme’dir. Danyel’deki semboller ve İncil’deki Esinleme’nin dramatikliği karşısında sersemlemek çok kolaydır. Bu simgeleri yorumlamakta önemli bir anahtar, bu simgelerin genel anlamını Kutsal Kitap’ın kendisinde aramaktır. Örneğin, İncil:Esinleme kitabında bulunan simgelerin çoğu Kutsal Kitap’ın başka yerlerinde, özellikle de Eski Antlaşma’da bulunur.

Peygamberlikleri yorumlamak öylesine karmaşık bir iş olabilir ki, izlenmesi için herhangi bir ayrıntılı formül vermek bu kitabın kapsamak istediği konuların çok ötesindedir. Okur, Kutsal Kitap’taki edebi türler arasından bu sınıfı özel olarak incelerse iyi olur. Burada da asıl önemli olan, yorum yaparken dikkatli olmaktır. Peygamberliğe çok büyük bir dikkat ve ciddi bir tutumla yaklaşmalıyız. Eğer böyle yaparsak peygamberlik içeren kitapları etüt etmenin sonuçları doyurucu olacaktır.

Yorum konusundaki bu pratik kurallar Kutsal Kitap’ta karşılaştığımız her teknik sorunu kapsamazlar. Bunlar etüdümüzde bize yardımcı olmak ve yol göstermek içindirler. Kutsal Kitap’ın her metnini anlamakta kusursuz bir başarıya erişmek için sihirli bir formül sunmazlar. Ama Kutsal Kitap’taki özel yorum sorunları sadece görmemize değil, aynı zamanda onları çözmemize de yardımcı olurlar. Bu temel ilkeleri uygularsak kendimizi uzun saatler sürecek kafa karışıklığından kurtarabiliriz.