XVII. UYANIŞ VE İBADET (Yeşaya 66:1-24)


Yeni bir yeryüzü yeni bir gök yüzü yaratmak üzereyim (Yeşaya 65:17)


Yaratan, bütün varlığıyla kaosu düzene çevirendir. Yaratılış öncesinde Yaratan, bir boşluk oluşturmak için bir an geri çekilmiştir. O’nun bu geri çekilmesiyle husule getirdiği, bize göre o müthiş boşlukta oluşan küçük siyah nokta, bir anlık kaosu da beraberinde getirmiştir. Oysa kaos düzene gebe olan bir kaostur. Düzen için gereken bir kaos olarak oradadır. Ve o karanlık ortam içersinde, Yaratan’ın düşüncesindeki madde, belli bir sistematik yapılanma içinde parça parça hayat fanusunu oluşturmuştur. İşte bu, canlılıktır. Dipdiri Yaratan’ın dipdiri hayat düşüncesinde milyarlarca organizmayla birlikte milyarlarca formül, hep tek bir bütün ve bütünlük içinde birbirine takılı dişli çarklar gibi işlemeye başlamıştır. Ve ilginç olan, aslında, her an yeni bir yaratılış olmasıdır. Her an yeni bir yeryüzü ve yeni bir gökyüzü husule gelmektedir. Hücreler sürekli yenilenmekte, yaz ve kış ölümü ve dirilişi bize sürekli resmedip durmaktadır. Ve hiç kuşkusuz Efendimizin söz ettiği ebedî hayat, Mesih’te Yaratan’ı edinmiş insanlığın yaratılış suretine yakışır hale gelmesinde gerçekleşecek ve Mesih’in bedeni kâinatta tezahür ederek, boşluğun yeniden Yaratan’la dolmasına sebebiyet vermiş olacaktır. Kısacası, insan bedeninin hücrelerinin sürekli yenilenmesi misali, kâinatın da her noktasında her bir zerre, “diri Olan’ın, hay Olan’ın” hayat veren varlığında muhakkak yenilenip durmaktadır ve yenilenecektir.


Çünkü bütün bunları ellerim yaptı… .alçakgönüllüye, ruhu ezik olana değer veririm ( 66:2)


Gerçek şudur ki, kâinatın bütünlüğü içinde bir zerrenin dahi yeri belirgindir. Her bir zerre bulunduğu yerde aslında kaosu düzene sokmaktadır. Vaktaki kendisi kaos olmasın, eğer kendisi kaos olursa, o noktaya uygun olmadığı için, o noktadaki dişlilerin, çarklarında dönmesine mani olacağı için ıslah olması şarttır. İşte bu nedenle, kendisi alçak gönüllü olan bir kişi veyahut ruhu ezik dediğimiz, yani yerinin farkında olan kişinin, Yaratan’ın tablosunda bulunduğu ortamdan elden geldiğince memnun ve farkında, bulunduğu ortamı ve kabını ıslah edip, geliştirecek bir durumda olması esastır.


Bu, Yaratan’ın “sevgi ve ihsanında” yaratılmış olmanın, işleyen, diri olan esasıdır. Yaratılmış olan, aynı zamanda Yaratan’ın yaratma ve işletme, kısacası, diriliğinde de esas rolü oynayan, “sevgi ve ihsanı” geçiren bir maddedir. İnsan, özellikle bu geçişi sağlayan ve yaratılmışlığın piramidinde yaratılışı idrak mahiyetinde, piramidin en üst noktasında olandır.


Bu nedenle Efendimiz İsa, “kendini alçaltan yükseltilecek” (Matta 23:12; Luka 14:11; Luka 18:14) demektedir, çünkü kendini alçaltmak, “dişlinin dönmesi” demektir. Yerinin farkındalığıyla, Yaratan’ın haşmetinin, kâinatın, tabiatın ve her şeyin önünde eğilmektedir. Bu, başlı başına bir “ibadettir”. Dikkat edelim, samimî, hakikî, yürekten farkındalıkla eğilmek, ruh ezikliği, bulunulan yerinin farkındalığı Mesih İsa’nın yaptığını yapmaktır. O, Kelamullah’ın seçtiği mirasçı olarak, oğulluğunun farkındalığıydı. Ve bu noktada kendini haç üzerinde alçalttı ve yükseltildi. Yani resim nettir. Bu, maddî bir durumun ifadesi değildir. Bu, “işçisin sen, işçi kal” edebiyatı şeklinde anlaşılmamalı ya da “kadere razılık” gibi durgun, ölü bir kader anlayışı şeklinde ele alınmamalıdır. Hayır, hayır, öncelikle hangi ailenin, hangi toplumun ve kültürün içindeysem, öncelikle bu bulunduğum yere bir ayağımı koyup, “O’ndan başkası yoktur” kavramı içinde bunun değerini idrak etmek, sonra da bulunduğum yerden ve konumdan memnun olarak, kendimi Yaratan’ın saran ışığı ve Mesih’iyle ıslah ederek geliştirmem esas olmalıdır. Bakın, bu ölü bir kadercilik değil, aksine “acılar” veyahut “mana” yolunu seçmekten başka hiçbir özgürlüğümüz olmadığının, bulunduğumuz noktanın bir hikmeti olduğunun bilincinde hareket ederek, bulunduğumuz noktada, “gönül gözümüzü” Yaratan’da, Mesih’inde ve Ruh’unda genişleterek, kendimizi ıslah edip geliştirerek çevremize ışık olmaktır. Bu, Efendimizi gönenmek, giyinmek, O’nun gibi olmaktır. Mesih’in bedeni dediğimiz o mecazî ifadedeki bedeni tamamlamaktır. Bakın, uyanış ve ibadet işte, bu noktada devreye girmektedir. Bu, esas uyanış, esas ibadettir. Kişilerin dini programlamaları, dini pazarlama taktikleri değil, hakikaten İsa Mesih’te kıyafetlenmiş ve Ruh’un rehberliğinde Yaratan’ı edinmiş kişilerin, Yaratan suretinde insanlar olarak, “gökteki yıldızlar” gibi olmalarıdır.


Görüldüğü gibi, düşmüş, yani “benini fark etmesi için” bir müddet bırakılmış insanın, muhteşem kâinatı kendi bencil ve sınırlı görüşüyle, “kötü görmesinin” sonucunda iyice kötüleşen dünya, esasında, “Yaratan’ın edinilmesi, O’nunla aynı form eşitliğine bürünülmesiyle”, yani Mesih İsa’nın kurtarışının tamamen Ruh’la gönenilmesiyle, “yepyeni bir yeryüzü ve yepyeni bir gökyüzüne” dönüşecektir, çünkü insan içten değiştiğinde, dolayısıyla dışı da değişecektir. Peygamberler iç değişimin temel taşlarını derslerde anlatmaya çalışırken, “vakit tamam olduğunda”, Mesih Çağı, Efendimiz İsa Mesih’in o muhteşem hayatıyla belirginleşmiş ve bize kurtuluş kıyafeti olarak takdim edilmiştir. Kısacası, Âdem’de, “benliğini fark ettiği için” düşen insan, Efendimiz İsa’nın resmettiği kurtarışla da, “Yaratan’ın benini fark etmeye, daha farklı bir ifadeyle, Yaratan’ın BEN, BEN’İM” (Çıkış 3:14) olduğunun farkındalığında, dönüşmeye doğru yola çıkmıştır.


Bu sözler, insanın serüvenidir. İnsan-ı kâmil, yer seviyesine indirildiğinde, “kâinatı kendi beninin boyutunda görmenin getirdiği” insan-ı sefil seviyesine gelmiştir. Tohumun toprağa düşmesi gibi, öncelikle bu düşme sağlandıktan sonra insan, “beninin kendi çıkarı için isteyip durmasıyla” bu kapta büyüyerek yeşerecek ve tohumdan çıkarak, ta göklere yükselen ve dalları arasında birçok canlıyı barındıran bir çınar gibi, gereken düzeye erişecektir. O noktada Efendimizin ifadesiyle, “çubuk asmada meyve verecek” ve elbette “bağcıya, yani Yüce Olan’a” haz, memnuniyet, tatmin verecektir. Dolayısıyla, meyve vermenin tatminini kendisinde de çok belirgin hissedecektir.


Yeşaya, Müjde’yi, yani “göklerin egemenliğini” “Yaratan’ı edinmek” olarak ilginç bir biçimde bize anlatmıştır. Yeşaya, “Yaratan’ı edinmeden” önce, Allah’a yürüdüğünü sanan Israel’e yanlış yolda gittiğini ifade etmiş ve uyarmıştır ama ta ki, “kendi deneyimledikten sonra”, Yaratan’ı edinmenin özellikle yukardan verilmedikçe mümkün olmadığını vurgulayıp durmuş ve Mesih’in dönemi yaklaştıkça bunun çok daha hızlı bir biçimde birçoklarına nasip olacağını belirtmiştir. Fakat bütün bunları söylerken de diğer taraftan, “bu denli içsel edinmenin” anlaşılamayacağı, görülüp görülüp algılanamayacağı, söylenip söylenip işitilmeyeceği beyan edilmiştir.


Fakat dikkat edilirse, Yeşaya’nın, Mesihî hayatı ve İsa Mesih’in kurtarışını müjdeleyen ifadelerinin başı, ortası ve sonu hep, “Baba ve Ben biriz” ifadeleridir. Bu birliği sağlayan “saran ışıktır”, yani “Allah’ın o muhteşem Ruh’u”. Ve bu birliğe uyanış ise doğal olarak hayatı ibadete çevirmektedir.


Efendimizin ifadesiyle, “kapı dardır” (Matta 7:13-14, 21-23; Luka 13:22-28), yani böyle bir hayatı algılamak, dinî seviyelerde şekillendirmeden önce, ifadeleri net algılamak esastır. Ondan sonra ise yine Efendimizin ifadesiyle, “bol yaşam” ”(Yuhanna 10:10) söz konusudur. Burada kıyafetlenme, yani Mesih İsa’yı giyinme, gönenme, kurtarışına sarılma esastır ve O’nun öldüğü gibi, O’nda benliğe ölüp dirilme esastır. Bu, maddî hayatın çağdaş ya da klasik getirilerine ölüp, arzuları, “Allah rızası için almaya”, yani “ihsana” çevirmedir. Bir manada Yaratan’ın sureti olarak Yaratan’ı, “sevgi ve ihsan olarak” yansıtmak esastır.


İşte, Yeşaya’nın bütün ifadeleri Yakup’tan İsrael’e transforme olan (Yaratılış 32:24-30; 35:10) İsrael’in yolda sağa sola sapmasının ya da bakmasının getirdiği dağınıklık ve “kendi bencilliğine, gururuna yeniden dönmesi ve hatta dindar gururu” ve deformasyon sonucunda, yeniden reformasyona, yani tam olarak, “Yaratan’ı edinme yoluna” davet ifadeleridir. Bu yolda düşüş Babil sürgününü, yani başka tanrılara inanan arzulara köle olmayı getirmiştir. Yaratan’a yola çıkan, o noktada bırakılmamış, “kendi rızası için alma arzuları” ve “tanrılar kapısı” olan Babil bir başka “alma arzusu olan” Perslerce darmadağın edilmiş, İsrael - Yaratan’a doğru yol alan- yeniden alçalmış bir benlikle yükseltilmeye, Yaratan’ı edinme yoluna devam etmiştir.


Bunun başı da sonu da Mesih’in müjdesidir. Bunun başı da sonu da ölüm ve diriliştir. Bunun başı da sonu da, “küçük ben’e ölmeksizin BEN’in bende” mabet kurmayacağı ve dolayısıyla, “varlığımın” geldiği yere yeniden dönemeyeceği, tamlığı, kâmilliği, gerçek tatmini, hazzı hiçbir zaman edinemeyeceği gerçeğidir.


Uyanış ve ibadet, Yaratan’ı edinme, O’nunla form eşitliğine dönüşme yolunun kendisidir. Mesih’te kurtuluşu gönenmiş kişi ancak bu yolun farkındalığında, bu yola hızla giren, bu yolda uyanıp ölen ve dirilendir. Bu yol ölme yoludur. “Kendi rızam için almaya ölme yoludur, günahlara, yani bencil arzuları ölme yoludur”. Bu yol yukarıya, daha yukarıya, Mesih’le haçın üstüne yükselme yoludur. Bu yolun kendisi esası uyanış ve ibadettir. Bu nedenle, başı uyanış ve ibadet olan Yeşaya metninin, ortası da uyanış ve ibadet olduğu gibi, son noktası da uyanış ve ibadettir. Burada ibadetin, “eğilme”, “iç çalışma” “Mesihî hayatı gönenme”, “ruhta ve gerçekte secde etme” olarak algılanması esastır. Hayatı “sevgi ve ihsan” hayatına çevirmenin ibadet olduğu unutulmamalıdır.


A. DOĞRU İBADET


Kelamımdan titreyen kişiye değer veririm (66:2)


Elbette dünya üzerinde ibadet dediğimizde aklımıza ilk önce dinî yerler gelmektedir. İnsan Yaratan’ı sorgularken, O’nun hakkında birtakım düşünceler edinirken, hep belli nesneler, şekiller, tapınaklar vasıtasıyla kendisiyle O’nun arasında bir bağ oluşturmaya kalkışmıştır. Bu arada da, farkında olarak ya da olmayarak, O’nu kendi sınırlı bakışı içinde değerlendirmeye ve şekillendirmeye kalktığı için de, ne yazık ki, tek Tanrı’ya inanan inançlar bile, bazı noktalarda putperest bakış açılarına teslim olmak zorunda kalmışlardır.


En büyük tehlike, Yeşaya’da hep tekrarlandığı gibi, Yaratan’ı bizim biçimlendirdiğimiz ifadelere, aklımızdaki değerlere, hatta görüntülere eşlemeye ya da onlarla ifade etmeye kalkmaktır. Elbette bundan her zaman kaçamayız. Zaten zaman zaman benzetmeleri Kutsal Yazılarda bile kullanmak zorunluluğumuz vardır. Ama Kutsal Yazılarda soru nettir: “Beni neye benzeteceksiniz ki?”.


Ve en büyük tehlike ise kendi hayalimizde, kendimize hizmet edecek bir tanrı oluşturmaya, Yaratan’a değil, kendi hizmetimizde kullanmak için oluşturduğumuz, aslında biz olan bu küçük hizmetçiye bilinen “tanrısal ad, ifade, hatta ibadetlerle” tapınmaya kalkmamızdır. İşte bu, ilkel ya da modern çağlarda, ilkel ya da modern dinlerde hep karşımıza çıkan hiç kaçamadığımız en acı durumdur.


Dikkat edersek Kutsal Yazılarda, özellikle Efendimizin ifadelerinde çok net görüneceği gibi, Mesihî bir topluluğun bir binası yahut hiyerarşisi ya da kurumsallığı yoktur, bu öğretilmemektedir. Hatta ilk başlarda o günün ilkel anlayışları içinde insanlara Yaratan’ın daha kolay ifade edilmesine yardımcı olabilecek bir mabet ve ibadet usullerine müsaade edilmiş olmakla birlikte, hep yürek mabedinden bahsedilmiştir. Esas Yaratan’ın kelimeleri, öğretişleri, kurtarışı önünde yüreğin durumu ve insanın insanla olan ilişkisinde Yaratan’ın yürekten yüreğe yansıması, “sevgi ve ihsanı” ön plana çıkarılmıştır.


Bu nedenle, Kutsal Yazıların iki büyük emri, “Yaratan’ı edinmek ve komşuya bunu yansıtmak” şeklinde özetlenmektedir (Matta 22:34-40; Markos 12:28-34; Luka 10:25-28). Bu, mabedi ve ibadeti görüntüden manaya çevirmekte ve mananın beslediği bir görüntünün ancak esasa yakın olduğu dile getirilmiş olmaktadır.


Nerede benim için yapacağınız ev? (66:1)

Bu sözler aslında nasıl bir yaratılış içinde ve nasıl bir Yaratan’a sahip olduğumuzu açıkça dile getirmektedir. Bu sözlerin sonunda, “bütün bunları yapan elim” diyen Yaratan’ın dışında aslında hiçbir şey yoktur. Mesih İsa’nın kurtarışında, “alfa ve omega” olan (Vahiy 1:8; 1:11; 21:6; 22:13) vardır. Yani Ruh, bütün kâinatın işleyişinde saran ışıktır. O zaman yarattığı “her şeyi mükemmel yapan” ve “O’nun ellerinin işi olan” ne kötü olabilir ve biz insanlar hangi “iyi”yle O’nun önüne çıkabiliriz? Ancak Mesih İsa’nın kurtarışında öğrendiğimiz boşluğumuzla O’nun önüne çıkabiliyorsak, “İyi olduğunu gördü” kavramında iyi ve kötü her şey O’nun varlığındadır. Bu nedenle, aslında genel vahiyle Kelam bütün âlemin işleyişinde bize hitap etmektedir. Anlayana sivrisinek saz misali… Diğer taraftan Pavlus’un söylediği gibi, “Allah Sözünü bizden duyup kabul ettiğiniz zaman bunu insan sözü olarak değil, gerçekte olduğu gibi, Allah sözü olarak benimsediniz. Siz imanlılarda etkin olan da bu sözdür” (1.Selanikliler 2:13). Özel vahiy de yine bütün âleme hitap etmekte ve Yaratan’la Mesih İsa’nın kurtarışında ve Ruh’un saran ışığında Yaratan’ı edinme yolunda edinilen izlenimler bizlere ifşa edilmektedir. Bütün bunlar doğrudan bize hitap etmekte ve Ruh’un yüreklerimizi açarak içine Mesih’in nurunu yerleştirdiği “kalp noktamızı” geliştirmekte ve küçük bir tohumun toprağa düşüp dirilmesi gibi, bizim yeşerip gelişmemize neden olmaktadır.


Doğru ibadet “bu noktanın” olduğu gibi kalmayıp, Allah’ın Kelam’ı olan genel ve özel vahiyle sürekli itilmesi ve yukarıdan uyandırılmış olan yüreğin aşağıdan gayretle, yani “Kelam’ında mana çalışmasıyla”, kişinin iç gayretiyle yukarıya çekilmesidir. Bu, “uyanış ve ibadetin” doğru yerde olduğunun en güzel ifadesidir.


Bütün bu çalışmalarda yalnızca harfler ve cümlelerin kalıpsal anlamları okunmamalıdır. Bu kalıpsal anlamlarda kişi, kendini bu cümlelerle sınırlar ve Yuhanna’nın ifade ettiği gibi, “denizleri dolduracak” mürekkebe ihtiyaç duyulan sınırsız Yüce Allah’ın anlatımından mahrum kalır. Bu, dinî seviyede sıkışıp kalmak demektir. Oysa Yaratan’ın Kelam’ında, genel ve özel vahyin bütünü derya ve denizdir. Efendimiz, Yaratan’ın mirasını edinme anlamında, bu mürekkebin içinde adeta yüzerek bize ve ruhlara hitap edip, kurtuluşunu bahşetmiştir. Zaten kişiyi Mesih İsa gibi kendini inkâr ve haçını yüklenme noktasına getirecek olan (Matta 16:24; Markos 8:34; Luka 9:23), bu derya denizin farkında olmak, bundan da ziyade bu denizde yüzebilmek, bu denizden yeterince ve olduğunca istifade edebilmektir.


Oysa madde içinde ve henüz “ben” seviyesinde, “kendi rızasında” gezinen insan, her ne kadar Yaratan’ı, O’nun “sevgi ve ihsan” düzeyini sorguluyor olsa da, hatta Mesih İsa’da kurtuluşu edindiğini düşünse de, ne yazık ki, çoğu zaman sadece “beninin hoşlandığı” bir ibadethaneyi ya da müzikli bir tapınışı, hatta teatral bir gösteriyi aramakta, belki de benliği ancak bu seviyeyi arayıp algılamaktadır. Oysa istenilen ve beklenilen, Efendimizin cümlelerindedir: “Ben ve Baba biriz” (Yuhanna 10:30). Bu ifade edilen iç içe geçme olayı Ruh’un rehberliğinde ve Mesih İsa’nın kurtarışında samimi bir inanan için, İsrael, yani Yaratan’a yürüyen için Yaratan’ı edinme yoludur. Ve bu yol gerçek uyanış ve ibadet yoludur. “Ruh’ta ve gerçekte ibadettir. Eğilmedir, secdedir, iç çalışmasıdır”. Mesih’e transformasyondur. Ebedî hayat yoludur.


B. YANLIŞ İBADET


Sığır boğazlayan, adam öldüren gibidir…domuz kanı sunan putperest gibidir (66:3-4)


Yaratan’ın çağrısı genel vahiyde açıktır. Pavlus’un dediği gibi, Yüce Allah’ı, o muhteşem düşünceyi, o bütün formüllerin sahibini görmemek mümkün değildir. Ayrıca İsrael’in, asırlar boyunca Yaratan’ı edinme yolunda yürümüş kişilerin izlenimlerini de göz ardı etmek mümkün değildir. Ama şu ya da bu sebeple insanlar Efendimiz İsa’yı, kurtarışını, öğretişlerini, ölüş ve dirilişini mağaralara resimlemeyi, tapınaklara hapsetmeyi becerebilmişler ve varlığından ziyade bedenine tapınmayı, yani görünmeyenden ziyade görünümü öne çıkarmayı becerebilmişlerdir.

Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’un o bütünlük kavramını, o tek oluşunu da bölük pörçük hale getirip adeta Baba’ya ayrı, Oğul’a ayrı ve Ruh’a ayrı önem veren yapılar, mabetler oluşturmayı bile becermişlerdir. Bu, kurbanın esas manasını, yani “kişinin kendi benine ölmesini” algılamak yerine, bir cana kastetmekle kurtulma arasında bağlantı kurmak gibi bir durumdur. İbadeti yanlış ve “ben” için almaktır. Kısacası, günahkâr kalmaya devam etmektir. Yanlış ibadet adam öldürme ya da putlara tapan ilkel insanın domuz kanını putlara sunması gibi görülmektedir. Kısacası, kabulü asla mümkün olmayan bir boş inançtır, boş ibadettir. Dünyamızda milyonlarca ruh ne yazık ki, Yaratan’ı ve yaratılışı farklı seviyelerde sorgularken, dinlerin farklı dehlizlerinde kaybolup gitmekte, belli seviyelere takılarak, o anlar için o düzeyleri en doğru düzeyler olarak görmekte, o dehlizlerde diğer insan kardeşlerini aşağılamakta, küfretmekte, hatta öldürmektedir. Dolayısıyla, bu insanların ruhları sürekli ağlayış ve dış gıcırtısı içinde (Matta 8:12; 13:41-42; 13:49-50; 22:13; 24:48-51; 25:30; Luka 13:28) ve Efendimizin ifadesiyle dışarıda kalmaktadır. Hatta bunların bazıları kendilerini imanlı bilen kişilerdir ki, ellerinde kandilleriyle, hatta iyileştirmeleriyle, peygamberlikleriyle, ağızlarından düşürmedikleri “Rab, Rab” ve “hamdolsun, şükrolsun” sözleriyle, kapıların dışında kalmaktadırlar.


Neden sorusunun cevabı aslında konumuzun kendisidir. Çünkü onlar, Mesih İsa’da ve Allah’ın Ruh’unda Yaratan’ı edinme ve O’nunla eşit forma dönüşme, yani ilk yaratılışta, “Allah’ın suretinde yaratılan” orijinale dönme yerine, Yaratan’ın muhteşemliğini, Mesih İsa’nın kurtarışının muhteşem manevî düzeyini, Ruh’un işleyişini hep çocuklar gibi, oyuncaklarla oynar gibi çok biçimsel düzeylerde algılamışlar, müziklerle, teatral ifadelerle, iyileştirme gösterileri ya da ciddi teolojik tartışma ve vaazlarla algılamaya ya da algılatmaya kalkmışlardır. Oysa birçoğu bunun, “kalplerindeki noktayla” alakalı bir durum olduğunu akıllarına bile getirmemektedir. Vaktaki Efendimiz, “kapıyı çalma” (Vahiy 3:20) ifadesiyle bunu çok net ifade etmiştir. Birçoğunun ise defalarca vaaz etmesine karşın, henüz bulundukları düzeyde bunun esas manasını kavramaları mümkün olamamıştır.

Zaten Matta 23:27’de Efendimiz Mesih İsa’nın, “badanalı mezarlar” tabiriyle ifade etmek istediği noktada budur. Birçok insan ne yazık ki, dindarlığı dışsal olarak değerlendirdiği halde içsel olduğunu, yani Yüce Allah’la kalbini buluşturduğunu düşünmektedir. Oysa burada sorun Yüce Allah’ın yukardan vermesiyle, yani Mesih’in Ruh’un işleviyle gönülde belirmesiyle, gönülde bir çalışmanın sonucunda Yaratan’la yüzbeyüz ilişki kurmanın mümkün olmasıdır. Musa’nın karşılaşması bu noktadır. Mesih İsa’nın görünümünün değişmesi de bu noktadır. Yanlış ibadette zaten kişi dindarlığında derinleştiği halde bir yürek ıslahı, manevî bir tavır değişikliği görmek mümkün değildir.


Oysa doğru ibadet, Ruh’un işleyişinde Mesih’in yüreğe ıslahı getirmesiyle bağlantılı bir düzelme, bir transformasyon durumudur. Ne şekilde, hangi müzikle, nerede ve ne şekilde ibadetten ziyade, yüreğin, “sevgi ve ihsan” formatına dönüşümü, Yaratan’ın ihsanını, Mesih İsa’da ve Ruh’un rehberliğinde başkasına sunmak için, “Allah rızası” için alma durumuna geçmesi esas olandır. Bütün dualar, biz “ben” için almadan, “kâinatta” bize döndüğü anda var olur.


C. DOĞRU İBADETİN BEDELİ


Sizden nefret eden, adımdan ötürü sizi dışlayan kardeşleriniz “...sevincinizi görelim” diyorlar (66:5)


Yaratan’ı bilmek Yaratan’ı içinde, varlığında hakikaten tecrübe etmektir. Mezmur 34’de dediği gibi, “tadıp görmektir”. Yoksa sokaktaki insanın, “Allah’a şükür” ifadesinde “hakikaten Allah’a şükür” kavramı hissetmek ve bilmek yoktur. Sadece bilmediği bir yaklaşımla, duyduğu kadarıyla, “bir mercie”, “bir varlığa” şükretmektedir. Oysa Mesih İsa’da “Baba ve Ben biriz”(Yuhanna 10:30) kavramında Yaratan’ın insanın iç varlığıyla buluştuğu bir durum vardır.


Bütün kâinat O’nun varlığındadır. Bütün formüller ve bütün çarklar bir nebze dahi dışarıda kalmamak kaydıyla, O’nun denetiminde, idaresinde ve kurduğu sistemdedir. Mesih İsa o nedenle, “bir yaprağın izinsiz” düşmeyeceğini beyan etmektedir. Yaratan’ın düşüncesinde, müdahale etmekten ziyade, her şey formüle edilmiştir. Bize iyi de gelse kötü de gelse, her şey tıkır tıkır yolundadır ve Yaratan’ın vaadine, “son ıslaha”, Mesih Çağı’na doğru işleyip durmaktadır. “Ben”inde düşüp, “beninin ne olduğunu en sonunda öğrenecek her bir fert”, Mesih İsa’nın kurtarış ve düzeyinde Yaratan’ı edinecek ve son ıslah gerçekleşecektir.


Bu ortamda ibadet –dua, şükran ve yakarış ve tapınış- bütün bu kavramlar “O’ndan başkası yoktur” (Yeşaya 45:5) kavramını içimize çekmek içindir. “Çubuğun asmada kalması içindir” (Yuhanna 14:1, 4, 5). Kısacası Yaratan’dan çıkarlarımıza göre hareket etmesinin, bizim dualarımız doğrultusunda davranmasını beklemek tamamen günah, yani “kendi benim için bencilce almaktır”; bizim dualarımız, şükranlarımız, yakarış ve tapınışımız tamamen iç çalışmamızdır. Yaratan’ı edinme, Mesih’i giyinme, saran ışığın gönül gözümüzü açtığı o küçük kalp noktasını, Yaratan’ın Mesih’inin içine yerleşeceği şekilde açma çabaları ve çalışmalarıdır. Aynı zamanda da bizim beden içinde yetersizliğimizi sürekli fark etme, gerçekten alçalmamızın bize vereceği manevî yükselme boyutlarını görmemiz içindir.


Bu nedenle, ibadet kâinat gibi, kaos içinde değil, bizi geliştirebilecek şekilde belli bir düzen içinde olmalıdır. Bizi geliştirecek bir biçimde derken, bu kimine göre farklı ortamları, farklı yaklaşım biçimlerini de getirebilir. Ama esas olan, bu biçimlerin bize hâkim olması değil, bizim bu biçimlere hâkim olup, hatta manevî tekâmülümüze göre, bu biçimleri dahi değiştirebilmeye devam edebilmemizdir.


İşte bizler, Efendimiz Mesih İsa’nın sinagog içinde ama sinagogun üzerindeki manevi öğretişlerinde ve çalışmalarında olduğu gibi, devam edersek dindar seviyelerin algılarının dışında olacağımız için, oldukça da zorluklar yaşayacağımız kesindir. Esas zorluk, inanmayan ya da aynı inançta olmadığımız kişilerden gelen zorluk değildir. Hatta çoğu zaman bazı inananlar, başka dinler sanki bizi anlamıyormuş ve baskı yapıyormuş gibi düşünse de, esasın böyle olmadığı kesindir. Esas zulüm, aynı inançtaymış gibi olanlardan ve dinî seviyelerde en üst düzeylerde olanlardan geliyorsa işte o zaman, sizler Mesih’in şu sözlerini hatırlayıp düşünmelisiniz: “Benim yüzümden insanlar size sövüp zulmettikleri, yalan yere size karşı her türlü kötü sözü söyledikleri zaman ne mutlu size!” (Matta 5:11) Bu sözler meşhur, “ne mutlu” (Matta 5:3-10; Luka 6:20-23)) ifadelerinde çizilen Mesihî yaşam tarzından sonra söylenilmiştir. Bir dinin içinde ama üstüne çıkılmış Mesihî bir hayatın anlatımı üzerine söylenilmiş sözlerdir. Demek ki, Yaratan’la içte buluşma ve Yaratan suretinde bir insan olma çalışması olan hakiki ibadet, başkalarının ve özellikle dindarların sizi anlamalarını zorlaştıracak bir durumdur. Hatta Efendimizin haç ölümüne sürüklenmesinde dahi bu durumun etkisi çok açıktır.


Fakat ne olursa olsun olması gereken budur. Dindar olan olmayan, istese de istemese de eninde sonunda “her diz çökecek” (Romalılar 14:11) ve bir gün “kimse kimseye Allah’ı öğretmeyecek, çünkü herkes bilecek” kavramlarında bu esas noktaya, “ruhta ve gerçekte ibadet” noktasına gelinecektir. Belki bazıları için bu çok uzun bir “acılar yolunu” gerektirecektir. Bazıları için ise “Mesihî yol”, “yol, gerçek ve yaşam” (Yuhanna 16:6), yani “mana yolu” bu gelişi oldukça hızlandıracak ve belki de “kalp noktalarını” fark ettikleri ve Mesih’in kurtarışını içlerinde buldukları anda onlar o yola çıkmış olacaklardır.


D. DOĞRU İBADETİN SONUCU


Doğum anına dek getiririm de doğuracak gücü vermez miyim? ( 66:9)


Doğru ibadetin, yani Yaratanı edinmenin daha doğrusu, Yaratan’ın suretine dönüşerek, “sevgi ve ihsanı” yansıtmanın sonucunda muhteşem bir bebek, daha doğrusu buradaki ifadeyle, bir halk husule gelmektedir. Bu, öyle bir insan topluluğudur ki, gerçek İsrael’dir, yani İsrael, hangi milletten olursa olsun, Yaratan’a yürüyen, Allah’a ait kişilerin oluşturduğu bur topluluktur. Mesih İsa’nın yaşamını sürdürenlerin, O’ndaki kurtuluşu Ruh’ta gönenenlerin topluluğudur bu topluluk. Kaostan ıslaha geçmiş, Yakup’tan İsrael olmuş (Yaratılış 32:24-30; 35:10) yeni Yeruşalim’dir. Yeni yeryüzüyle yeni gökyüzüdür, çünkü içsel bakışın ıslah olmasıyla, bu insanların dünyaya bakışları, dünyayla ilişkileri de değişmiş ve artık onlar Mesih İsa’nın merhamet gözlerini edinmişlerdir. Dünyaya Yaratan olarak bakabilmektedirler.


Bu bağlamda burada “kana kana içip, O’nun yüce bolluğundan zevk” almaktadırlar (66:11). Kâinatın Efendisi’nin yegâne sahibimiz olduğunun bilincinde, Mesih bizde vücut bulmaktadır. Bu da doğal olarak, bütün arzularımızın O’nda tatminidir. Artık kendim için alacağım bir şey kalmamıştır. 66:10’da denildiği gibi, işte bu noktada, “esenlik ırmağı” bizden akıtılacaktır. Bu, bütün insanların ulaşmak istediği, insan olmaktan kaynaklı arzunun son noktasıdır. Çünkü “ben”imiz için almanın artık tatmin etmediği noktalara ulaşıldığında insanı bekleyen sadece dindarlık, milliyetçilik ya da malî krizlerdir. Oysa esas ruh dinginliği, yüreğimizin su arklarının esas yerini bulması, “Yaratan’la içte ve gerçekte olması gerektiği gibi” buluşmasıdır. Bu Efendimizin bahsettiği hakiki “yeniden doğuşla” gerçekleşecek bir olgudur.


E. ULAŞILACAK TEK DOĞRU İBADET NOKTASI


Bütün insanlar önüme gelip bana ibadet edecekler ( 66:22)


Ne yazık ki, insan koskoca bir “egodur”. Çoğunlukla bütün kâinatı ve Yaratan’ı değerlendirmesi hep kendi iç algı sistemine göredir. Bu nedenle, uyanışı ve ibadeti, hatta Yaratan’ı algılaması, O’nun Mesih’ini ve Ruh’unu değerlendirmesi hep kendi yaşadığı çağa, kültüre, ortama, ailesine, hatta çocukluk algılarına göredir. Her ne olursa olsun, kâinattaki bütün formülleri keşfetsek de etmesek de bunlar mevcuttur. Biz anlasak da anlamasak da, doğru ya da yanlış ibadetle ya da dinlerle yaklaşsak da yaklaşmasak da, “O’ndan başkası yoktur”. O, her şeyde her şeydir. Fakat bunu dilimizle söylemek, Allah’a hamt etmek ya da ibadet etmek, hem de belki de doğru unsurları ya da öğretileri kullanarak ibadet etmek aslında bizim gerçekten de gerçeği, esası olduğu gibi algıladığımız anlamına gelmez. Örneğin; Efendimiz İsa’nın başını koyacağı bir yastığın olmadığını, bir mintanla dolaştığını, esas müjdesini halkın içindeki yaşamıyla duyurduğunu idrak ederken, tavır ve davranışlarımız, plan, proje ve programlarımızla oluşturduğumuz yeni kültürel ve dinî anlayışlar, kurduğumuz dinî müesseseler bile esasla esas olmayan arasında ne denli gidip geldiğimizi göstermeye yetip artmaktadır. Kısacası, “alma arzumuz”, “ben”imizin kendi kendini kurtarması, kendi kendine tanrı ya da tanrılar yaratması, kendi kendine birtakım ibadet algıları ya da ilahiyatlar yarattığımızı göstermektedir. Ki bu, Yaratan’ın suretinde yaratılmış ve “ben”ini fark etmek için bir müddet bırakılmış bir insan için oldukça doğal bir durumdur. İnsan kendini aslında diniyle, kültürüyle, içinde bulunduğu ortamla yansıtmaktadır. Ama Yaratan sürekli olarak, “BEN, BEN’İM” (Çıkış 3:14) kavramıyla, “O’ndan başkası olmadığını” bize hatırlatmaktadır ve hatırlatıp duracaktır da. Bizim bütün uyanışımız, hakikî ve samimî ibadetimiz, işte bu noktada başlamalıdır. Mesih’i kıyafetlenerek, Ruh’ta ve gerçekte “Kâinatın Efendisi’ne”, “göklerdeki Babamıza” içsel anlamda esas ıslah çalışmalarıyla kalp noktamızı genişleterek, samimî bir ibadetle yaşama devam etmemiz esastır. Bu, her ne kadar dıştan bir biçimsellik gösterse de, uzun vadede kendimize hiç paye vermeden, “sevgi ve ihsana” dönüşecektir.


Bu ibadet zordur, insanların, dindarların hatta aynı mezhep içinde olduklarınızın bile size anlam veremeyecekleri bir durumdur, çünkü burada “kötüyü ve iyiyi” hep kendinizde arama vardır. Burada, “kötü gören gözlerinizi kör etme” durumu vardır, çünkü burada, “kişinin kendisini bilmesiyle RAB’bini bilmesi” kavramını algılaması vardır. Burada büyük bir iç boyut açılımı vardır. İşte burada, Mesih gerçekte yürekteki tahttadır. Ruh, maddenin üstüne çıkıp, manayı işletip, esas sahibine yöneltmektedir. Burada ilahinin müziği, orkestrası yerine ruhun müziği orkestrası yüreğin, iç dünyanızın müziği orkestrası önemlidir. Burada yalnız, “inanan kardeşlerinizle” bütünleşme yoktur, kâinattaki bütün insanlarla bir olma kavramı vardır. Burada Yaratan artık başınız ve sonunuzdur. Siz Mesih’le bütünleşmiş, Ruh’ta ise kâinatın üstüne çıkmışsınızdır. Bu, yeni doğuşun ifadesidir, yeni yerle yeni göğe, “kalp noktasından”, “gönül gözünden” bakıştır. Bu, Yaratan’ın Mesih’inde Ruh’u aracılığıyla ifşa ettiği bütün vaatleri algılamakla alakalıdır. Bir dini savunma, pazarlamasını yapma gibi sığ, dünyevî algılar, sayıların peşinde koşma, bina sayıları, kaç kişi iman etti, etmedi gibi, hangi metot işledi işlemedi gibi kaygılar burada yoktur. Burada sonsuzluğun kaygısı vardır.


İnsan, kendi benliğini algılamaya çalışırken, kendisinin, “alma arzusundan” başka bir şey olmadığını da görmektedir. Oysa bu, hem kendisi için önemli bir varlık nedenidir hem de eğer kendi için gerekli olanın dışındakini almaya başladığında büyük bir dengesizlik oluşturmaya, daha doğrusu “kötüyü” oluşturmaya başlar. Olması gereken, “ben”inin gerekli olanın dışındakini alma arzusunun, ancak ihsan etmeyle dengeleneceğini anladığında, kişinin Yaratan’ı kendinde fark etmeye başlamasıdır. İşte, gelinmesi gereken, olması gereken nokta budur. Bu nokta, yaşama ya da ölüme geçiştir. Aslında cennet ve cehennem tasvirlerinin temeli bu noktadır, çünkü kişi kendi benliği için almaya devam ettikçe, aslında bedenini tatmin etme çabasındadır ve beden ölümlüdür. Mecburdur, mahkûmdur ölüme, çünkü ölüm çarklarının işleyişinde bu önemli bir gerekliliktir. Formül bu şekilde yapılmıştır. Diğer taraftan, “gereklilik dışında alma arzusu ve ego, başkalarına ihsan etmeye geçerse”, bunu, Yaratan’ı taklit olarak algılar ve kendisine ikinci doğa addederse, işte o zaman kişi, esas görünen arkasındaki hiç ölmeyen, görünmeyen manayı tatmine başlamıştır. Bu nokta ölümsüzlüktür. Bu ölümsüzlük noktası, insanın birtakım maddî tariflerle cennet diye anlattığı, anlatmaya çalıştığı doruktaki esas hazlar noktasıdır.


İşte, Mesih’in kurtarışını seçip, bu kurtarışta Ruh’un rehberliğinde ve Mesih’in “ben”de biçimlenmesiyle Yaratan’a yürüyenler, aslında ebediyetin, yani Yaratan’a dönüşün yolundadırlar ki, onlar için ölüm zaten ortadan kalkmıştır. Bunu seçmeyip kendi kurtuluş kavramlarını oluşturanlar ise otomatik olarak, ölümlü bedenler içinde, bu düşünceleri ölen kişilerdir ve onlar sonsuz olmayan bir yolu seçmişlerdir. Orada ağlayış ve diş gıcırtısı (Matta 8:12; 13:41-42; 13:49-50; 22:13; 24:48-51; 25:30; Luka 13:28) olacaktır.


Fakat Kutsal Yazılarda, ruhların, Yaratan’a ait olması ve O’ndan gelmesi, beden içindeki bu sonsuzluk ve sonluluk çalışmasında, eninde sonunda “Yaratan’a dönme mecburiyeti”, acılar yolunda ya da mana yolunda buna tabi olması esastır. Bu durumda, sonunda ceset dediğimiz maddeye tabi olanların düşüncelerinin serildiği bir ortamda, bütün kâinatta insan, ilk yaratıldığı hale dönme mecburiyetindedir. Bu nokta, “ son ıslah” sonrası noktadır. Bu nokta, taht önünde ve kuzunun önünde ve Ruh’un gücünde bir arada toplanılan noktadır. “Sevgi ve ihsanın” esas kaynağında, bütünün içinde olması gereken yerde buluşma noktasıdır. Bu nokta, kelimelerin ifade edemeyeceği, düşüncelerin alamayacağı Yaratan’la eşit formun tamlığı, Yaratan’ı edinmenin tamlığı, Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’ta bir tek Allah’ın bütünlüğünde sonsuzluk noktasıdır. Yeşaya, işte böyle bir düşüş noktasından Yaratan’ı tecrübe edinip, daha sonra Mesih’in doluluğunda, en üst ıslah noktasına ve hazza ulaşmayı, hakikî Israel’in geçeceği yolları ya da hakikî İsrael olmayanların düşeceği girdapları bize anlatmaktadır. Mesih İsa’nın kurtarışının, ölümünün, dirilişinin ve Yaratan’ın Ruh’unun işlevinde, Mesih’inde neler yapmak istediklerini bir ön bildiri olarak bize takdim etmiştir.