XV. YARATAN’IN ŞAŞIRTAN STRATEJİLERİ (Yeşaya 44:24-45:25)


Seni yaratan, rahimde sana biçim veren… (44:2)


Yaratan’ın görkemi genelde günlük seviyemizdeki bakış açımıza göre değerlendirilir. Biz, bizden dışarıya yansıyan ışığımızla dışarıdaki ışığı içimize almaya kalkarız. Bu öyle bir bakış açısıdır ki, aslında bize doğal olarak verilmiş ışığın yansımasıdır. Kâinatın Efendisi hakkında sorular sormaya başlayanlar, Yaratan’ın yaratılışına bahşettiği, aslında cılız da olsa, hayatın devamlılığına neden olan o doğal ışığının bir yansımasıdır.


Diğer taraftan doğal ışığın cılızlığında kendi benliklerinin farkındalığında, Yaratan hakkında sorular sorarak, Ruh’un saran ışığını çekip, Mesih’te kalp gözleri açılanlar ya da İsrael, yani Yaratan’a doğru yola çıkanlar artık Ruh’un saran ışığındadırlar ve onların sorgulamaları artık Yaratan’ın kimliğinden ziyade, Yaratan’ı edinme yolunda sorgulamalar ve çalışmalardır.


Fakat her ne olursa olsun bu konumda olanlar dahi hâlâ dünyadadırlar ve Yaratan’a yürüyen İsrael olarak yola çıkanlar bile, zaman içinde güvenlerini, kendi benliklerinin bakış açısında, kendi sınırlı algılarına, inançlarına, uygulamalarına çevirme eğilimindedirler. İşte, bu eğilim gerçekleşmeye başladığında artık kişiler Kâinatın Efendisi’ni kendi bakış açılarına göre değerlendirmeye başlarlar. İnsanın gözünde Kâinatın Efendisi, artık etrafta görülen birtakım el ve kol hareketleriyle, dinî tavır ve davranışlarla sınırlanmaya başlanır. Sanki kendi kısır düşünceleri, kendi kısır görgüleri Yaratan’ın düşüncesi ya da fikriymiş gibi gelmeye başlar onlara. Esasında Yaratan’ın o cılız ama yaşam olan doğal ışığı, zaten bir manada, her bir ferde bir sahip zihniyeti getirmiştir. “Ben”in üstünde bir “ben” olduğu hissini getirmiştir ama kişi, “BEN”in ışığı gerçekten kalp noktasını açıncaya dek bunu idrak edemez. İdrak ettikten sonra da bu nokta Yaratan’a doğru ışıkla sürekli hareket etmesinin sonucunda genişlemek ve büyümek zorundadır. Ancak o vakit sonuçta esas olması gereken, yani “Yaratan’ı edinme” söz konusu olabilecektir. Ama kalp noktasının açılmasından sonra, çoğunlukla, hâlâ içteki doğal ışığın etkisiyle yukardan gelen saran ışık bir türlü uyuşum gösteremez ve kişi kâinata, Yaratan’a ve olana bitene hep yüzde birlik dünya boyutunun içinde bakar.


Örneğin; kişi Mesih İsa’nın o muhteşem “insan-ı kâmil” mertebesi olduğunu görme kusuru içindedir. “Âdem’de düşen” insanın, “Mesih’te” Yaratan suretinde bir insan düzeyine çıkması için gönderilmiş olan, “ışık şahsiyetin, kurtarıcının, Allah’ın yürekten sevdiği biriciği” olduğu ve bunun “manevi ve koskocaman ve haşmetli” tarafı pek göz önünde canlandırılamaz. Ama O, fizikî bedendeki İsa olarak, bizim görme alanımızın içinde sınırlandırılarak bir ikonada şekillendirilmiş vaziyettedir. Yaratan’ın görkemli kurtarışı, önce Efendimiz İsa’nın bedeniyle sınırlandırılmış ve sonra bu beden de bir ikonayla, bir fotoğrafla sınırlandırılmıştır. Dolayısıyla, bütün kurtarış planı dâhil, “göklerdeki Baba”, “Mesih’i” ve “Ruh’u” küçültüldükçe küçültülüp hatta suretinin sureti olan birtakım uzantılarının Yaratan yerine geçirilmesine kadar uzayan bir yol olmuştur.


Bütün bu anlatımla esas söylemek istediğim, aslında insanların birer küçük suret oluşlarıyla ve sadece “ben”leriyle yaptıkları değerlendirmelerde Kâinatın Efendisi’ni, Yüce Allah’ı, Yaratan’ı” tamamen küçülttükleri ve hatta Mesih’ini ve Ruh’unu da bu ufaltılmışlık içinde, belli bir kılıf içinde değerlendirmeye başladıkları gerçeğidir.


Bu nedenle, Kutsal Yazılar, bakış açılarımızdan kaynaklı sorunları küçültmek yerine aksine büyütmektedir, çünkü bizler Yaratan’ı ve O’nun Mesih’inde ve Ruh’unda işlemesini hep doğaüstü birtakım hadiselerle ve yalnızca kendi çıkarlarımız doğrultusunda algılamayı ve belli dinî kalıplarla putperest arzularımızın doğrultusunda oluşturduğumuz imanlarla, kendimizi güvende hissetme yolunu tercih ederiz. Bu, bizim “egomuzun” her şeyi kontrol etme arzusundan kaynaklanmaktadır aslında. Başka bir deyişle, biz imanımızı ve inanacağımız ilahı da kendimiz oluşturmak isteriz. Çünkü kendi oluşturduğumuz bir ilahı, tanrıyı kontrol etmemiz kolaydır. Oysa yazılarda ifade ettiği gibi, koskoca kâinat penceresinden kâinata bakarak Yaratan’ın tarifinde aksettirilenleri anlamamız istenmektedir.


Bu noktadan baktığımızda, kafamıza göre bir tanrı oluşturmamız zorlaştığı gibi, böyle bir tanrıyı kontrolümüz de zorlaşacaktır. O zaman kontrol edemediğimiz bir tanrı da doğal olarak bizim küçülttüğümüz, kendi seviyemize indirdiğimiz, sadece insanın bedeniyle ve hayalleriyle sınırlanmış bir tanrı olmayacaktır.


Bu Tanrı Kendisinin, insanı işaret eden olduğunu vurgulamaktadır. Yaratan insanı ayet olarak işaret etmektedir ve insan bedenindeki bu insan için, Ruh’unun desteğinde bir kurtuluş operasyonu da gerçekleştirmektedir.


Seni yaratan, rahimde sana biçim veren…(44:2)


Bu ifadelerle söylenilen, kafanda ve yüreğinde oluşturacağın, senin üstün olduğun bir ilahın esas ilah olmadığı, aksine esas ilahın senin küçük görüş alanının çok üstünde, senin kontrolünün dışında seni Yaratan ve rahimde, sen daha tohum halindeyken senin bütün kodlarınla, DNA numaralarınla sana şekil veren olduğudur.


İşte, bu ifadeyle bile, Yaratan’ın geldiği ve esas hedef aldığı nokta insanın yüreği, insanın aklı ve insanın kendi varlığıdır. “BEN”, “ben”e bu noktadan başlamak kaydıyla hükmetmektedir.


Bu noktanın farkındalığına geçiş yeni yaşama geçiştir. Kişinin transformasyonudur. Reformasyon ise kalp noktası açık bir kişi zaman zaman yönünü şaşırdığında, bu noktadan hareketle yeniliğin kendisine hatırlatılmasıdır. Bu, İsrael’in, yani kişinin, “yeniden biçimlenmesidir”. Ve bu hücrelerimizin sürekli yenilenmesi, bizim artık küçücük bir bebek olmadığımız gerçeği gibi, sürekli yenilenmenin, tamamen yeniden inşa edilmiş olmanın en güzel ifadesidir. Manen de bu, tekâmül aşamalarını aşarak, Mesih İsa’yla birlikte Ruh’ta göğe yükselmektir. Tam bir “tövbe’nin, yani transformasyonun, dönüşümün gerçekleşmesinden sonra “göklerin hükümranlığına” yükselmektir.


Bütün bu aşamaların başlangıç noktası da, tekâmüle, kemale, olgunluğa doğru gelişim noktası da, son noktası olan ıslah da hep Yaratan’ın aktif olduğu noktadır.


Bir fabrikada yüzlerce dişli çalışmaktadır. Ama dişlilerin bu kadar büyük hizmetleri olmakla birlikte, bütün bu dişlilerin uyum içindeki çalışması için onlara kablolarla enerji ulaştırılır. Bu enerjinin bütün dişlileri harekete geçirmesi gibi, kâinattaki fizikî hayatımız ve görünmeyen ama bütün insanlığın yaşadığı manevî hayatımız da adeta dişliler misali, tamamen Yaratan’ın kapsam alanıdır, yani O’ndan başkası yoktur (Yeşaya 45:5).


O zaman bütün bu işleyişler için, Yaratan’ın stratejileri var, diyebiliriz. Ve bu stratejileri Yeşaya’nın anlatımına göre şu başlıklar altında toplayabiliriz; a) Birincisi, olan her şeyin sonucu tamamen Yaratan’ın zihninde tamamlanmış olan düşüncesinin sonucudur. Yaratan her şeyin sorumluluğunu üstlenmektedir. b) İkincisi, yaratılışta kusur olması söz konusu değildir, kusur dahi kusursuzluğun bir ürünü olarak vardır, bu da kibirlenmeye engeldir. c) Üçüncüsü ise Yaratan’ı Yaratan olarak algılamak esas olduğu için, Yaratan’ın çağrısı, Mesih’in kurtarışında, Ruh’un rehberliğinde, Kendisini olduğu gibi edinmektir.


Bütün bu anlatımlara baktığımızda, özellikle, Yaratan’ın, yeniden biçimlenmemizi istediği durumda Yeşaya’nın bizden istediği, bütün bu değişimin olması için, Yaratan’ı bizim istediğimiz şekilde şekillendirmememizdir. Yaratan benim beynimde, benim arzularımın ve kendim için alma arzumun sonucunda şekillenmiş olan bir Yaratan olmamalıdır. Bu nedenle de, Yaratan’ın bütün kâinattaki stratejilerini, planlarını, zihnini iyi algılamam gerekmektedir, çünkü eğer bir suyun kaynağına ulaşırsanız, suyun duruluğuna, paklığına, doluluğuna ulaşmış olursunuz ve o suyu henüz herhangi çerçöp karışmadan içebilirsiniz ve gerçek kaynak suyunun sağlığına, zindeliğine, ferahlığına tanık olur, bunu yaşarsınız. Bu, elbette mecazî bir açıklamadır. Ama Yaratan’ı Yaratan olarak edinmek, aslında hep yazılarda, “diri su kaynağına” ulaşmakla ifade edilmektedir. Ve bu sözü söylerken bile o serinliği, o ferahlığı hissetmek mümkündür. İşte, Yeşaya da, sağa sola sapan Allah’ın evlatlarının esasa, kaynağa geri dönüşleri için hangi yolu izleyeceklerini tarif ederken, özellikle Yaratan’ı olduğu gibi görüp, olduğu gibi edinmeleri konusunda uyarmaktadır, çünkü o günkü İsrael (Yaratan’a doğru manevi manada yol almaya başlamış olanlar) demek ki, farkında olmadan ya da çevrenin etkisiyle kendi tanrılarını şekillendiriyor ve görüşlerini yavaş yavaş insan görüşüyle bütünleyip tanrılarını küçültüyorlar ve sonra da Kâinatın Efendisi’nin ışığından yüz çeviriyorlardı.


Bugün Mesih İsa’nın o muhteşem aydınlatıcılığını edindikten, Ruh’un işleyişini keşfettikten sonra da, ne yazık ki, kısıtlı gören insan yine aynı şekilde görüşünü kaybetme durumundadır. Ve elbette sokaktaki insanın durumu, çok daha net bir biçimde kendi “ben”i üzerinde inşa ettiği kendi ilahıdır. Oysa Yaratan yaratma eylemini gerçekleştiren ve rahimde şekil veren, insan düzeyinin çok dışında olan, insana doğrudan müdahale edendir. O zaman O’nu insan seviyesinde edinmeksizin algılamaya kalkmak, ancak dinlere din katmaktan öte bir tavır ve davranış değildir.


Dikkat ederseniz, “Tapınak O olacak, İsrail’in iki krallığı içinse (bu durum) sürçme ve tökezleme taşı, Yeruşalim’de olanlar içinse kapan ve tuzak olacak” (8:14) ifadesinde Yaratan’ın tapınak olması, kavramının kolay anlaşılır bir kavram olmamakla beraber, esas olması gerekenin bu olduğu anlatılmaktadır. Yeşaya tam olarak çalışıldığında, hemen hemen her noktasında bize verilen manevî çalışmanın temeli, hep insanın Yaratan’ın ışığını kendi algılarına göre algılayıp kullanışının ortadan kaldırılıp, Yaratan’ın ihsanının ihsan olarak alınıp yansıtılan, Allah’ın suretinde bir İsrael’in (Yaratan’a yürüyen kişinin) ortaya çıkmasıdır.

A. YARATAN’IN BÜYÜKLÜĞÜ


Size rahimde şekil veren RAB diyor ki: her şeyi yaratan….RAB Benim (44:24;45:7)


Bakın, bütün bu anlatımda Yeşaya’nın vermek istediği, Yaratan’ın alfa ve omega, yani a ve z, yani başlangıç ve son olduğu (Vahiy 1:8; 1:11; 21:6; 22:13) gerçeğinin vurgulanmasıdır. Bu gerçeği sokaktaki adam da her inançtaki insan da aslında ifade ediyor. İfade ediyor etmesine de, bir farkla. Birisi sadece duyduğunu ve çaresizliğini ifade ederek, bir güce atfen bu ifadeleri dile getiriyor. Oysa buradaki ifadeler arka planıyla ve satır arasıyla alınırsa, yaratılmışın bütün formülleriyle, tamamıyla tıkır tıkır işleyen sebep ve sonuç ilişkileriyle, “O’ndan başkası yok” (Yeşaya 45:5) kavramının netliği, güvencesi ve kesin vaadiyle, sözüyle işlediğini ve herkesin esasında bu gerçeği algıladığı anda Mesih’te yükselmesiyle ve Ruh’un rehberliğinde hiçbir şekilde korkuya ve dehşete kapılmaksızın, hayatını büyük bir emniyet içinde sürdüreceği net bir biçimde anlatılmış oluyor. Ayrıca böyle bir yaşam içinde, “kendi için almaya devam eden her kişinin karşısına kendi için alma arzusunda olan başka bir kişi çıkmaktadır”. “Benimki bana, seninki de bana diyen” “ilahlar kapısı” Babil, sonunda bir başka “kendisi için alma arzusuyla sınanacak, zorlanacak” ve yenilgiyi, yani sıfır noktasını tadacaktır. Bu düşüşler aslında İsrael’in özgürlüğüdür. “İhsan etmek için Yaratan’dan almaya başlayan” ve “Yaratan’a doğru yol alan” için, özgürlük, “bencil arzuların”, “başka bencil arzularca” yenilmesidir. Yaratan’ın düşüncesi, sonunda esasın, yani “ihsan etmek için Yaratan’dan alma” arzusunun doğmasıdır. “Her dizin çökmesi” (Romalılar 14:11), Babil’in Pers Kralı Koreş’in önünde düşmesi ve bu arada İsrael’in, Babil’den, “benden, arzuların köleliğinden kurtulması” önemli bir tablo olarak karşımızdadır. Bunu sağlayan Yaratan düşüncesidir. Çünkü O’ndan gelen ve tamamlanan insan, Âdem’de kırılmış “beninin sefaletinde gezinmeye başlamıştır” ama bir yolla Koreş’in darbeleri, “benin köleliğini” zorlayacak ve Yaratan’ın kurtarış stratejisinde, bu çatışmalardan, bu düşüşlerden ışık doğacaktır. Ve sonunda Efendimizin kurtarışıyla Mesih Çağı’nın açılması ancak bu yolla sağlanmaktadır.


Yine kısaca ifade etmek yerinde ise kişi kâinat içinde hep sebep ve sonuç ilişkisinde inanılmaz, mantık üstü, muhteşem bir plan içinde, “acılar yolunda” ya da “mana yolunda” ama Yaratan’a dönme ve döndürülme stratejisi altındadır. Özgür iradesiyle, ya “acılar yolunda” uzun yollar kat ederek kafasını vura vura bazı gerçeklerle yüzleşerek Yaratan’ı edinme yolunu algılayacak ya da Koreş’in dahi bir strateji olduğunun bilincinde, Mesih İsa’nın kurtarış müjdesinde Mesih’i edinmek kaydıyla, “mana yolunda” Yaratan’a, yani tapınağın kendisine doğrudan ve daha hızlı bir biçimde ulaşabilecektir.


Koreş için, “O çobanımdır, bütün isteklerimi yerine getirecek”… diyen Rab benim (44:25)


Kısacası yukarda dediğimiz gibi, “rahimde biçim vermek” Yaratan’ın ne kadar muhteşem bir işiyse Babil’in anlayacağı dilden konuşan Koreş’in ayağa kalkıp, “tanrılar kapısı” Babil’i alaşağı etmesi ve İsrael’in özgür kılınması da yine Yaratan’ın işidir. Çünkü Mesih’in gelişine doğru insan, doğuş anından olgunluk çağına doğru olduğu gibi, bir tekâmül çizgisine getirilmektedir. Bu da, Yaratan’ın stratejisidir. Her şey, “O’ndan başkası yok” (Yeşaya 45:5) kavramı altındadır.


Koreş, elbette bunu kendi algısı doğrultusunda yapmıştı. Çünkü o bütün tanrıları kabul eden bir putperest olarak, kendi rızası için almaya devam eden bir kişi olarak, hayatını sürdürürken bile, Yaratan düşüncesinde onu, Babil’i alaşağı etme stratejisi çerçevesinde değerlendirilmekteydi. Bu tablo bile büyük kâinat görüntüsü içinde herkesin oynadığı muhteşem bir rolün olduğu görülmektedir. Ne bir boş insan, ne bir boş yaratılmış bir hücre ya da bir nokta vardır. Eğer boş olan bir şey görünüyorsa da henüz farkında olmadığımız ya da keşfetmediğimiz bir alanda kullanıldığı muhakkaktır.

Bütün bu görüntü içersinde bizim Yaratan’ı küçültmemiz ve yalnız kendi algılarımız ve kendi çıkarlarımız doğrultusunda kullanmamız mümkün değildir. Kullanmış olsak da o artık esas Yaratan ve O’nun Mesih’i ve Ruh’u değil, bizim sanal olarak oluşturduğumuz ve Baba, Oğul ya da Kutsal Ruh dediğimiz kendi içimizin yansımasında sınırlı bir Yaratan algısından başka bir şey değildir. Kaldı ki, Yeşaya’nın yazılarındaki bütün şikâyeti zaten bu noktadır.


Günümüzde de insanların, bu görkemli Kâinatın Efendisi’ni algılamaksızın, Efendimiz Mesih İsa’da sunulan kurtuluşun Mesih’te biçimlenme olduğunu algılamaksızın, Ruh’un işlemesi ve saran ışığı olmadan manevî çarkların hiçbir işe yaramayacağı gerçeğini algılamaksızın, inanç, mezhep ve ibadetlerini, hatta Mesih’in ya da Ruh’un konumunu ele almaları, elbette Yeşaya’nın şikâyet ettiği ve Yaratan’ın ıslahını getirmek istediği durumlarla aynıdır.


İnsanlar o gün de bugün de hep, kendi çıkarları doğrultusunda istediklerini bir üst güçten edinmek istiyorlar. Oysa kâinat çok büyük bir resimdir ve Yaratan burada çok büyük ve çok ayrıntılı olarak tezahür etmektedir. Ve bu tezahür içinde aynı zamanda bize çoğalma ve hükmetme sorumluluğu verilmektedir. Ama bizler bu resmi kendi dünyamızla sınırladığımız için, yüzde bir oranında görebildiğimiz kadarıyla, Yaratan dediğimiz ve daha doğrusu kendi oluşturduğumuz tanrı kavramını, yani bir üst gücü kendi günlük kaygı, korku ve sorunlarımıza çekme gayretine düşeriz. İşte, bu da beraberinde esas resimden uzaklaşmamızı getirmektedir. Mesih İsa’nın kurtarışında, biz, “kendi rızamız için almaktan dönmeye, yani günaha tövbe etmeye ve Mesih’i giyinerek bu ilkel kabile tanrı algısından kurtarılmaya çağrılıyoruz”. Oysa bu çağrı bile ne yazık ki, günümüz insanlarınca sadece, “günahlardan kurtulma, bedel ödeme”, yani “benim cennet ve sonsuzluk için kurtarılmam” şeklinde, yine bencil ve çıkarcı bir din seviyesinde algılanıyor. Kısacası, insan “ben” kavramı içinde yine yapacağını yapmış, Yaratan’ın Mesih’inin Ruh’undaki o muhteşem kurtarışını bile ilkel düzeye, kabile tanrısı algı düzeyine indirmiştir bile..

Oysa Yaratan’ın büyüklüğünde ve Yaratma stratejisindeki aklımızla değerlendirmemizi aşan muhteşemlik, bize karmaşa, kaos değil, ıslah getirecek kadar muhteşem bir emniyeti içermektedir.


Koreş dahi değerlidir, yeter ki, Yaratan’ı bilsin, bilmek zorundadır da. Çünkü insan, Yaratan’ın suretinde yaratılmıştır. Âdem’de düşmüş, Mesih’te ise eski formatına döndürülmüştür. Bu iki aradaki yolculukta ise “acılar yolu” vardır. “Mana yolu” ise kalp noktasının açılmasıyla, yani Ruh’un kalbi delip Mesih’in ışığının girmesiyle, Mesih düzeyine daha hızlı devam etmenin yoludur.


Yaratan, Koreş’e, “Sen beni tanımadığın halde kulum Yakup soyu ve seçtiğim İsrael uğruna Seni adınla çağırıp onurlu bir unvan vereceğim, Haşem (İSİM) Ben’im, başkası yok, Benden başka Allah yok, Sen beni tanımadığın halde seni güçlü kılacağım” (45:4-5) demektedir. Yaratan, “kendi beni için alanı” “ihsan etmek için alana”, Yakup’tan İsrael’e dönüştürme (Yaratılış 32:24-30; 35:10). stratejisinde kullanmaktadır.


Bütün bu söylem, Yaratan’ın ne denli yetkin ve bütün kâinattaki her formülün sorumluluğunu taşıyan olarak var olduğu ortaya koymaktadır. Kısacası, Yaratan’ı edinmek için O’nu, “ben”imin üzerine almam demek, “hareketlerimin sorumluluğunu” aynı şekilde yüklenmek ve aynı şekilde bütün tavrımı ışığında ıslaha bırakmam demektir.


Işığı biçimlendiren, karanlığı yapan, esenliği ve felaketi yaratan…RAB benim (45:7)


Görüldüğü gibi, bütün hareketlerin sebep ve sonuçlarında tamamen bir uyumluluk, yetki ve sorumluluk olduğu bu noktada da açıkça ortadadır. Yaratılmış her şeyin nedeni, yaratılışın tamamının, “Yaratan’ı görmesi” bağlamında değerlendirilmesindedir. İnsanın, yaratılıştaki bir şeyi kendi açısından kötü olarak değerlendirmesi, Yaratan’ın iyi dediğine kötü demektir. Bu bağlamda yaratılışta bir eksik yoktur. Sadece, “ben”i tanımak için düşüş vardır. Tezadı algılamak için diğer taraf vardır. Kaos ıslahın değeri içindir. Ve tamamı Yaratan’da iyidir. Mesih İsa bunun için gönderilmiştir. “Ben”in “ben”den kurtulması, ihsanın ihsan olduğunun anlaşılması için düşmüş düştüğü yerden kaldırılır. Evet, Mesih İsa’nın, “haçı yüklenip kendini inkâr etmesi” (Matta 16:24; Markos 8:34; Luka 9:23), “toprağa düşüp dirilmesi” Kâinatın Efendisi’nin yaratılış tamlığının içindeki stratejisi, yani hayatın hayat olmasının temel nedeni, “her şeyin canlı, her şeyin diri” olması içindir. Kısacası Efendimizin, “Bol yaşam için geldim” (Yuhanna 10:10) sözü bu noktada açıktır.


Kâinattaki her problem aslında çarklıların dönmesi için dişlilerin birbirlerine tam oturarak canlılığın devam etmesi içindir. Böylelikle enerji, elektrik gücü, güç her dişlinin hareketinde ifşa olunacaktır. Bu da, ifşanın genele yayılmasıdır. Dişlilerin sürtüşmesi, ısınması, bazen takılması her ne kadar sorun gibi görünse de bütün sistemin işlemesi için, var olması içindir. Kısacası, her şey ama her şey Yaratan’ın sorumluluğu altındadır. Kutsal Ruh’un işlemesindedir. Oğul’un beden düzeyinde kurtarışı, bütün bu düşüş ve yükseliş ilişkisi, tohumun düşüp dirilmesi gibi, kişinin manevi şafakta, manevi ufuklarda yol alması içindir.


Ey gökler, yukardan doğruluk damlatın… .toprak yarılsın… doğruluk yetiştirsin (45:8)


Bu muhteşem ifadeler, Yüce Allah’ın ışığının kalplerde bir nokta oluşturduğuna değinmekte ve bu oluşumun sonucunda arzunun yarılmasıyla, “kendi benimiz için alma arzusunun” içine giren ışığın, bunu Sevgi ve İhsan Olan’ın benzeyişine çevirdiği söylenmek istenmektedir. Toprak, yani “bitmek tükenmek bilmez ben için alma arzusu” yarılarak içine saran ışık işlemektedir. Ve böylelikle yürek artık Sevgi ve İhsan Olan’a dönüşmekte, “doğruluk yetiştirmektedir”, başka bir deyişle, Yakup İsrael’e dönmektedir (Yaratılış 32:24-30; 35:10). Yeşaya bu ifadelerde iyi ve kötüyle, dünyanın sorunları gibi görünen bir yığın şeyle ve “ben”in, “bencilliğin” problemleriyle karışmadığını hep bunların arkasında ve önünde Yaratan’ın olduğunu bildiğini aktarmaya çalışmaktadır.

Bütün bu noktalara baktığımızda, Yaratan’ın ilk stratejisi olarak, her bir hareketin, her bir formülün arkasında olduğunu, yarattığı her şeyle ilan ettiğini görebiliriz. Bu da esasında, “ana rahmi gibi” karmaşık ama aynı zamanda net ve bir sonuca doğru kesinlik içinde ilerleyen bir yapı içinde olduğumuzun açıkça bize sunumudur. Ve Yeşaya bu sunumu, Babil’den Pers kralının eliyle kurtarılarak hâlâ vaadin çocukları olarak kayırılma durumunda olup, Yaratan’ı bir türlü bilme aşamasına gelememiş olan İsrael’e anlatma gayretiyle yapmaktadır.


B. İNSANIN KİBRİ


Kendisine biçim verenle çekişenin vay haline ( 45:9)


Her şeyin sahibi, Kâinatın Efendisi olduğunu bütün kâinatın ifşa ettiği o Yüceler Yücesi Yaratan’ın, Yüce Allah’ın önünde O’ndan gelen her bir ruh, O’nun tabii olarak bahşettiği cılız ışığının etkisinde bile O’na sorular sorabilir, çünkü kendisine şekil verilen, elbette şekil verenle bir bağlantı içinde olması nedeniyle, soru sorma hakkına sahiptir. Fakat suçlama hakkına sahip değildir. Çünkü şekil verilen şekil verenin üst aklı altındadır. Bu manada, üst aklın karar mekanizmasında bulunan genişliğe sahip olmadığı için, alt aklın ancak belli sınırlara çarpan görüşleriyle kusur araması ve kusur bulup şikâyet etmesi söz konusu olamaz, çünkü kusurun farkındalığı için, üst aklın, yani görülenin görünmeyen tarafından yaratılmasındaki görünmeyen tarafı görebilecek bir göze sahip olmuş olmak gerekir ki, bu da hâşâ, bütün haşmetiyle Yaratan’a kendini eş koşma anlamındadır. Oysa suçlamanın gerçekleşmesi için, suç bulunan konuyu kapsayacak bir yaratma ilmine sahip olmak gerekmektedir.


Suçlama ya da kusur bulma konusunda adeta Yaratan’a, “böylesi karmaşık bir sistemi sen beceremedin bırak ben becereyim” şeklinde yaklaşmak insan aklı sınırları içinde bile algılanması mümkün olamayacak bir durumdur.

İsrael, Süleyman döneminde her şeye sahipti, oysa şimdi bir putperest kralın iznine muhtaç kalmıştı. Anlaşılan, İsrail bir türlü bu düşüşü kabul edemiyordu. Çünkü Yaratan’a dönmüş kişiler, bazen sanki Yaratan’a doğru yönelmenin kendilerine ayrıcalık getireceği gibi bir fikre kapılırlar ve bu fikirle yavaş yavaş dinî seviyelerin içine çekilirler. İsrael’in de geldiği durum buydu. Bu nedenle, daha önce de öğrendiğimiz gibi, Yüce Allah böylesine kibirlenmiş bir “ben”in, özellikle Babil’in altında ezilmesine müsaade etmişti. Babil, onların yeniden kendi “benliklerine” inançlarını bile kendi “ben”leri için kullanmış olduklarının farkına varmalarını sağlamıştı.


Kısacası, İsrail şaşkındı. Nereden nereye gelmişlerdi. Ve şimdi bu duruma alışamıyorlardı. Oysa Yaratan’ın stratejisi bütün âlemin insan için çalıştığı, insanının da bütün âlem için var olduğu gerçeğiydi. Bu durumda İsrael’e düşen, Yaratan’ı sorgulayıp durmak, kusur aramak, O’nu suçlamak yerine, “ihsana yüreğine açarak Yaratan’ı edinmeye” ve bundan da haz almaya devam etmesiydi.

Bu bölüme baktığımızda, aslında yine oldukça derin ve çok farklı bakış açıları görüyoruz. Koreş, Yaratan’ı edinme yoluna çıkmamış bir kişi olmasına karşın, o seviyede bir alma arzusuyla bir başka alma arzusunu alt etmek için yine Yaratan’ın planına dâhildir. Bütün tablo iyisi ve kötüsüyle henüz Yaratan’ı edinme yoluna çıkanla, çıkmayanla ya da henüz, “sadece kendi beni” üzerinde olanla birlikte Yaratan’ın planına dâhildir. Çünkü kâinat O’nun Sevgi ve İhsan olduğunun tezahürüdür ve her bir diz bu muhteşem tezahür önünde çökecek (Romalılar 14:11) ve Mesih’in seviyesinde biçimlenecektir.


Her bir düşüş aslında farkındalık olduğuna göre, Efendimizin, “ne mutlu ruhta fakir olanlara, onlar göklerin egemenliğine gireceklerdir” öğretisi doğrultusunda alçaldıkça, aslında esas yetkiyi, esas her şeyin sahibini, esas “BEN”i fark edecekler, O’nu hakikaten yüceltip, O’ndan sonsuza dek zevk alacaklardır.



C. YARATAN’IN DAVETİ


Allah yalnız sizinledir başka Allah yok ( 45:14)


Yeşaya, İsrael’in aslında düşerek esas zenginliğe kavuştuğundan, dolayısıyla insanların sırf kendilerinde yansıyan Allah’ın tezahüründen ötürü O’nu izleyeceklerinden, hatta etraftaki ülkelerin mirasının bereket olarak kendilerine kalacağını dile getirmektedir. Kısacası, kendisini alçaltanın diğer taraftan doluluğu esastır. Burada alacak bir şeyin olmamasından kaynaklanan bir doluluk vardır. Göz ve gönül tokluğu aslında kişinin kendini alçaltmasından kaynaklanmaktadır. Yüce Yaratan doluluğundan ihsan etmektedir. O, ihsan ettiğinde bu ihsanın yeri boş kalmadığı gibi, zihninde de “Bak, ben ihsan ediyorum” düşüncesi asla yoktur. Çünkü o Kâinatın Efendisi’dir. Kendiliğinden kaynaklanan Sevgi ve İhsan Olan özelliği bütün kâinata dökülmekte ve yansımaktadır. Ve O’na ait olan bütün ruhların da, hem kâinatı inşası hem Yaratan’ın tezahürünü gerçekleştirme görevleri ancak O’nu edinmeleri, yani bağımsız olarak O’nu deneyimlemeleriyle mümkündür. Bu da, her gün Mesih’i giyinen ve Yaratan’ın Ruh’unun inayetinde, “göklerin egemenliğini” arzulayan bakışlarla ihsan için Yaratan’dan almakla mümkün olandır.


Kişinin bunu algılaması, Ruh’un yardımıyla yüreğine Mesih’in doluluğunu alması aslında Yaratan’ı Yaratan olarak görmesi, araya başka dinî inançlar, mezhepler, teolojiler, tapınma usulleri koymaksızın, bunları tanrısızlaştırmaksızın yaşaması demektir.


İşte, Yeşaya bu mesajıyla Yaratan’ı bizim kafamızdaki yaratan haline getirmeksizin, Yaratan olarak tapmaya, yüceltmeye, O’ndan sonsuza dek haz almaya bizi davet etmektedir. Bu da ancak O’nun ihsanını ihsan için almakla mümkün olacaktır. Bunun en muhteşem örneği Allah’ın Ruh’unun eşliğinde Mesih İsa’da bize resimlenmiştir. O’nu içimizde ve varlığımızda biçimlendirmek öğretiş, yaşam, haçını yüklenmesi, kendini inkârı (Matta 16:24; Markos 8:34; Luka 9:23) ve dirilişini gönenmek, Yaratan’ı Yaratan olarak edinmemiz demektir.


Ey dünyanın dört bucağındakiler bana dönün....insanlar bana gelecek (45:23-24)


İsrael, yani Yaratan’a doğru yol alan kişi, Efendimizin şu sözlerinde miras sahibidir. Bu nedenle, “tanrılar kapısı” Babil’de düşen İsrael (Yaratan’a doğru yürüyen) Yaratan’ın stratejisinde “ben”ini en düşük noktada yeniden görmüş, Yaratan tarafından Koreş’in kurtarışıyla kibri kırılmış olarak yeniden dirilmiş ve seviyesi Yaratan’ı edinme yolunda bir kat daha yükselmiştir. Efendimizin, “Kendini alçaltan yükseltilecek, kendini yükselten alçaltılacaktır” (Matta 23:12; Luka 14:11; Luka 18:14) öğretisi doğrultusunda ve her şeyden önemlisi böyle bir alçaltılışta, “Ne mutlu yumuşak huylu olanlara onlar yeryüzünü miras alacaklardır” (Matta 5:5) sözleri gerçekleşmiştir. Bu nedenle, İsrael böyle bir üst çalışmadan sonra, Yüce Allah’ın iradesi ve kararlılığında Yaratan’ın muhteşem büyüklüğünü şaşkınlık içinde görmüştür. Her hadise arkasındaki nedeni belirgin bir biçimde fark etmiş, Yaratan’ın önünde gururluluğuyla yüzleşmiş ve sonunda da “BEN’i BEN olarak gör” ifadesinde, “Gel ve gör” öğretisinde net bir davet almıştır.


O günkü İsrael örneğiyle gözler önüne serilen Yaratan ve yaratılan arasındaki bağda, “O’ndan başkası yok” ve “Ben’den başkası yok” (Yeşaya 45:5) ve sonunda “BEN, BEN’İM” (Çıkış 3:14) sözcüklerini, aslında burada Yeşaya’nın ifade etmek istediği üç bölümde Yaratan’ın şaşırtan stratejisiyle özetlemek mümkündür ve bu strateji her gün bizim hayatımız için de geçerlidir.


Mesih İsa’da kurtuluşu yüreğine alarak Ruh’un yukardan uyandırışıyla yeni yaşama gelmiş olan kişi, her an İsrael’in yaptığı gibi, kibri içinde Yaratan’ı Yaratan gibi değil de, kendi zihnindeki küçük ve kendi yönettiği bir tanrı seviyesine düşürme gibi, büyük bir hataya düşebilir. Bu da kişinin kalp noktasının açılmasına rağmen, hâlâ kendi “ben”iyle ve “alma arzusu”yla yaşamasından başka bir şey değildir. O zaman Yaratan’a doğru hiçbir adım atması bile mümkün olamayacağı gibi, Babil’in, yani “kendi beni için alma arzularının esiri olacaktır”. İşte o zaman kişi yerlerde sürünürken, bazen hiç umulmayan bir anda Yaratan, bu alma arzularının içinde kişiyi, hem Koreş gibi beklenmedik bir seçimle, hem de dünyevi hadiselerle şaşırtır. Esas “sevgi ve ihsanıyla” bizi, almanın utancına düşürerek kendimize getirebilir. İşte, O’nun tek istediği, Yaratan’ı Ruh’unda ve Mesih’inde Yaratan olarak, kırılmış ruhumuzla edinmemizdir. “BEN, BEN’İM’i” (Çıkış 3:14) kendi küçük “ben”imizde Mesihleştirerek” O’nunla bütünleşmemiz ve O’nunla Mesih’inde ve Ruh’unda sonsuz yaşama kavuşmamızdır. Bu O’nu yüceltmek ve sonsuza dek O’ndan haz almak olduğu gibi, kendimizi ve dünyamızı kaostan ıslaha getirmek ve kısacası kâinattaki esas rolümüzü tam olarak yerine getirmektir.