XI. LÜTFUN ZAFERİNE CEVABIMIZ (Yeşaya 12:1-6)


İsrael halkı o gün… diyecek (12:1)


Yaratan’ın, zor durumdaki Yahuda ve İsrael’e aslında hak etmedikleri halde gösterdiği lütfu alenî biçimde ilan eden Yeşaya, bu konuyu kapatıp Babil’in cezalandırılmasına ilişkin yeni bölüme geçmezden önce, Yaratan’ın yaptıklarına bakmakta ve adeta içinde hissettiği huzuru dışarı vurmaktadır. Bir anlamda bu, İsrael’in üzerindeki karanlığın ve kaosun Yaratan’ın lütfuyla ıslah edilmesinden sonra Şabat’a, yani istirahata ulaşmanın hazzıdır. Bu nokta bir istasyon noktası, İsrael’in yaşamının bir noktasındaki durak anıdır. Bu durak, geriye bakılıp, “Yaratan’a şükür”, “O’ndan başkası yok” (Yeşaya 45:5) diyebilme ve bunun verdiği inanılmaz iç aydınlığının huzurunu hissetme anıdır.


Durak anında, istirahat anında olup bitenin fark edilmesi esastır. Yaratan, Mesih İsa’da olan yaşamımızda Ruh’uyla her gün anbean bizde işlemektedir. Ama çoğu zaman biz dünyayı kendimize o kadar kıstas etmişizdir ki, adeta onun getirileri içinde bu işleyişi, bu yapılanmayı, bu eli görmemiz mümkün değildir. Bu nedenle, Yeşaya kendi değişiminin akabinde Yahuda ve İsrael krallıklarının başına gelenleri, Asur’un üzerlerine bilhassa gönderildiğini ama Yaratan’ın, her şeye rağmen her zaman bir bakiyeye açık kapı bıraktığını ifade etmekte, O’nun lütfunu dile getirmektedir. Yeşaya bunları gördüğünü söylemekte ve Yaratan’ın ihsan ve sevgisinden kaynaklanan hazzı ifade etmektedir.


Yaratan’ın dünyası, O’nun egemenliği, aslında kaostan ıslaha giden ve sonunda haz olan bir egemenliktir. O’nun, gönderdiği ve kurtarışı gerçekleştirdiği Mesih’inde ve Mesihî hayat tarzında da kaostan ıslaha giden bir Mesihî serüven söz konusudur.


Yeşaya buna işaret ederken kısacası şunu dile getirmektedir: Islahın krallığı olan “göklerin egemenliğinde” tövbe ve göklerin egemenliği müjdesinde huzur vardır.

Bu huzuru edinmek, bu hazza kavuşmak ancak Mesih’i giyinmek ve Efendimizi kendi dünyevî düzeyimiz içinde ama dünyadan olmayan bir düzeyde edinmekle, bir başka deyişle, Yaratan’ın yaşamını edinmekle mümkündür. Bütün bunlar aslında bizim Yaratan’a sunabileceklerimizle değil, Yaratan’ın bize sunduklarını kavramamız ve yaşamımızda bunun farkına varmamızla mümkündür. Bu ihsan ve sevgi O’nun doluluğundan boşalan ve bizi dolduran bir hazinedir. Bu hazine, bize en net takdimiyle fark ettiren Efendimiz Mesih’in bütün varlığında ve Ruh’un bütün içsel çalışmalarında ifşa olunmaktadır.


Bu bölümde Yaratan’a yürüyen İsrael yolun daha başında sağa ve sola bakarak, sağa ve sola meyletmiş ve Yaratan’ın yolundan çıkmıştı. İsrael artık “çocuklar yetiştirdim ve bana başkaldırdılar” cümlesiyle anılan bir güruh olmuştu. Bu bağlamda Yaratan’ın lütfu önce Yeşaya’yı değiştirmekle ve Yeşaya’nın kendisini net bir biçimde görmesiyle işlemeye başladı. Sonra aynı lütfun Yahuda ve İsrael üzerinde çalıştığını görüyoruz ( 6:6,7; 8:9-22;10:16-34).


Bizler aslında Yüce Yaratan’ı yansıtmada büyük başarısızlığa uğradık. Kendi “ben”imizi tanıma konusunda o kadar ileri gittik ki, “BEN, BEN’İM” (Çıkış 3:14) diyeni duymazlık ve görmezlik düzeyine düştük. Oysa O, bütün bu bölümlerdeki tecrübelerin ifadelerinde olduğu gibi, galibiyetimizde zaferini ilan ederek varlığını bizden yansıtmayı tercih etti.


Pavlus’un, Yaratan’ın o muhteşem ihsan ve sevgisinin farkındalığında söylediği şu sözleri oldukça belirgindir.


Öyleyse buna ne diyelim? Allah bizden yanaysa, kim bize karşı olabilir? (Romalılar 8:31)


Eğer Yaratan’ın ihsanı bizi ışığıyla ıslah ediyorsa ve bu ıslahla biz yepyeni bir yaşamda inşa oluyorsak, “Buna ne diyelim?”. Bu lütuftur, yaşama hiç gelmeyebilirdik de, bedende hiçbir acı ya da tatlı, hiçbir hazzı hissetmeye bilirdik. Demek ki, yaşama getirilişimiz bile aslında bir lütuftur.


İsrael halkı o gün…. diyecek ( 12:1)


Yeşaya burada bu noktadan geleceğe bakmaktadır. Ve gelecekte bugünkü izleniminin getireceklerini irdelemeye gayret etmektedir. Geçmişi şimdiyle, şimdiyi gelecekle birleştirmekte ve geçmiş, şimdi ve gelecek O’nda bir olmaktadır. İhsan ve sevgi zamanın üstünde zamanı birleştirmekteyken artık lütfa mazhar olan, yani Yeşaya gibi Yaratan’la yüzleşen, Mesih İsa’nın yüreğine gelip taht kurduğu kişi artık geçmiş, şimdi ve gelecek zaman üstünde birleştirebilmekte ve kaostan ıslaha yolculuğunda her ıslah, yani sevap noktasında Şabat’ı yaşamakta, bir istasyonda durup, “İsrael halkı o gün … diyecek” diyerek geçmişini ve anını ıslahla, ilerinin ıslahını tespit etmekte ve içten Ruh’un Mesih’teki huzurunun keşfini yaşamaktadır. Bu, Yaratan’la bir olmaktır.


Kurtuluş pınarlarından sevinçle su alacaksınız (12:3)


Bu bağlamda lütuf bizden iki şekilde yansımaktadır. Mesih İsa’nın varlığına dönüşmek ve aynı zamanda Ruh’un varlığına dönüşmek, zahirî ve batinî, yani görünen ve görünmeyen olarak Yaratan’a dönüşmek, O’nunla eşit forma girmek, bir başka ifadeyle, Mesih’le kişiselleştirmek ve Ruh’la ifşa etmek. Yani Yaratan lütfuyla, Kendisini ihsan ve sevgide kâinata ifşa etmektedir. İnsana çarpan ihsan ve sevgi eğer bu muzaffer Yaratan’ı edinme düzeyine hazırsa, “saran ışık olan Ruhülkudüs”ün ön çalışmasında bu hazırlık tamamlanmışsa, Yaratan’a cevap, Mesih ve Ruh olarak, yani kişisel tanıklık ve dünyaya tanıklık olarak açılım yapar. Bu, “kurtuluş pınarlarından sevinçle su almaktır”.


Bu kurtuluş pınarlarından su alan, “bakiyedir”. Hakikî Israel’dir. Irk olarak İsrail değil, Yaratan’a yürüyen manasında, Mesih’in yollarında Mesihleşen, Ruh’la bütünleşen ve ihsan ve sevgiyle Yaratan’ı ifşa edenlerdir.

A. LÜTFU KİŞİSELLEŞTİRME –MESİHİ YÜREĞE ALMA, MESİH OLMA


Bize öfkelenmiştin ama öfken dindi, bizi avuttun (12:1)


Yaratan’ın ışığının yürekte bir nokta oluşturduğu an, Mesih İsa’da sunulan kurtuluş yüreğe girmiş olmaktadır. Bu yeniden doğuş için ceninin ana rahmine düştüğü an misali bir durumdur. Bu durumda aslında kişi kurtuluşun ne olduğunu kendi içinde deneyimlemektedir.


Aslında en büyük problemimiz hep Yaratan’ı kendimize göre değerlendirmemiz ve O’nu kendimize göre sevmeye kalkmamızdır. Oysa mesele bizim O’nu nasıl, ne şekilde sevdiğimiz değil, O’nun bizi sevmiş olduğunun farkında olmamız meselesidir. “Allah dünyayı öyle sevdi ki, biricik Oğlu’nu verdi” (Yuhanna 3:16) kapsamında bunun farkında olmamız meselesidir. Kurtuluş da burada O’nun bize duyduğu öfkenin değişimidir. O’nun “BEN”ini fark edebilmemiz için, önce kendi “ben”imizi fark etmemiz gerektiği için biz Yaratan’a zıt durumdayız.. Doğanın dengelerini, “ozon gazıyla” bozduğumuzda doğanın buna karşı bize sert bir cevap vermesi gibidir Yaratan’ın öfkesi. Doğamız gereği Yaratan’ın doğasından ayrılığımızda, “öfkeyi” doğal olarak üstümüze çekeriz ve ne zaman ki, Mesih İsa’yı giyinerek ve Ruh’un varlığının farkındalığında ıslahı kuşanırız, işte, o vakit doğamız tezat olmaktan çıkmaya, Yaratan’la eşit forma girmeye başlar. İşte, öfke o noktada diner. Bu, kişinin kurtuluşudur. Kurtuluş, görünmeyen doğaya görünmeyen doğamızın uyumudur. Bu da, Mesih İsa’da ve Ruh’un teşvikiyle olur. Bu, BEN’e yürümektir.


Efendimiz İsa, haçta günah kavramını değiştirmiştir, çünkü ölümü aslında başkalarının kurtuluşuna ihsandır. Bu nedenle günah, yani “kişinin ıslah edilmemiş kendi rızası için alma” arzusu olarak bedeni haç üzerinde kalmıştır. Oysa aksiyonuyla, yani bu ihsan ve sevgisini en uç noktasına kadar sunmasıyla esas hayatı ilan etmiştir.


O’na güvenecek, yılmayacağız (12:2)


Yeşaya’nın o duyulup duyulmayan mesajı, müjdesi buradadır. Yani Yaratan’a tam güvendir, bunun sonuçları Yaratan’la bütünleşmektir. Burada, “bizim Yaratan’a olan güvenimize güvenmemiz” bizi yanlış bir kurtarışa ve dolayısıyla, yanlış bir kurtarıcıya yönlendirmektedir.


Krizlerimizde mi O’na güveni öğreneceğiz? Yoksa kendimize yardım etme yolları ve metotlarını öğrenerek mi O’na güveneceğiz? Yoksa doğrudan Kâinatın Efendisi’nden başkası yok, “O’ndan başkası yok” (Yeşaya 45:5) diyerek, sade ve doğal olarak O’ndan ötürü mü O’na güveneceğiz?


Bizim, Kâinatın Efendisi olan ve Mesih İsa’da Ruh’uyla bizlere kurtuluş sunmuş olan, “göklerdeki Baba’mıza” güvenmemiz aslında oldukça karışıktır. Bizler yukarda da dediğimiz gibi, “Allah’a olan güvenimize güveniriz” veyahut “Allah adına ilahiyatımıza güveniriz” ya da “O’na olan ibadetlerimize güveniriz”. Hatta “Kutsal Üçlükte bir olan” derken ya yalnız İsa’ya, ya yalnız Ruh’a giderek doğrudan yepyeni bir ilahiyat üreterek bu “isimlerin” sıkça söylenmesindeki dindarlığımıza güveniriz.


Yanlış kurtarıcılar nedeniyle - ki Mesih İsa’yı bile yanlış değerlendirmek bize esas kurtuluşu sunmayacaktır- “Tadın da görün, RAB ne iyidir” (Mezmur 34:8) sözünü tecrübe etmemiz mümkün olamayacaktır.


RAB ezgimizdir (12:4)


Yüce Allah’ın yüreğimizin ezgisi olması aslında, “tadın da görün” (Mezmur 34:8) sözünün tecrübesinde gizlidir, çünkü ihsanın ve sevginin yüreğe alınması ve Mesih’in kurtarışının gönenilmesi. ihsan ve sevginin sizin içinizden herhangi bir karşılık beklemeksizin taşmasıdır. Birçok dindar için bu oldukça zordur, çünkü bu taşkınlık için öncelikle, “alma arzumun” sol eğilimde, yani “kendim için almamın ihsan için almaya dönüşme” çizgisinde harekete geçmesi esastır.


Gökten, gürül gürül akan suların sesini...işittim…lir çalanların sesi gibi (Vahiy 14:2)


Müzik aslında adeta bize Yaratan’ın doluluğundan ihsanının bir görüntüsünü aksettirmektedir. Çünkü müzik, besteler hep insanın yürek taşkınlığıdır. O zaman, “ihsan ve sevgi olan Yaratan’ını” varlıkta hissetmenin ve yaşamanın en güzel tarifi müzikte şekillendiği için RAB ezgi olarak ifade edilmektedir.


Yeşaya bulunduğu noktada lütfun farkındalığında Şabat’ı adeta bir ilahi mırıldanması gibi zamanın üstünde yüceltmelerle, kısacası, bir tezatlıktan kurtulmanın sevinci içinde dile getirmekte ve İsrael’in, Yaratan’a yürüyenlerin varış noktasının bu olacağını söylemektedir.


Kurtuluş pınarlarından sevinçle su alacaksınız (12:3)


Susuzluğun tatmini olarak gösterilen Yaratan’la bütünlüğün hazzını burada bir kez daha karşımızda görüyoruz. Alma arzusunun ihsan için almaya dönüştüğü ve lütfun bize bağlı olmaksızın karşılıksız üzerimize döküldüğünü anladığımız andaki tatminin, hazzın en üst noktaları bu sözlerde ifade bulmaktadır.


Efendimiz İsa, bu nedenle, “Susamış olanlar bana gelsin” (Yuhanna 7:37-38) sözlerini sarfetmektedir. Ayrıca bu sözlerde kurtuluş pınarlarının çeşitliliği de göze çarpmaktadır. Ayrıca Mesih İsa’nın kurtuluş pınarlarına rehber tayin edildiği ve bu rehberliğin sonucunda gözlerden yaşların silineceği de Vahiy 7:17’de tanımlanmaktadır.


Kısacası, lütfu, yani ihsan ve sevgiyi almaya başlamak bu almayı, “kendim için almaktan” “Yaratan için almaya ve ihsan ve sevgi olarak döndürmek için almaya” çevirmek böylesine muhteşem bir yürek hazzını beraberinde getirmektedir. Bu yürek tatminidir. Yürek tatmininde sonuç mutlak berekettir. Bunun için “İsrael o gün… diyecek” denmektedir.



B. LÜTFU İFŞA ETME – KUTSAL RUH’LA DOLMA, KUTSAL RUH OLMA


O’nun adıyla çağırın, halklara duyurun yaptıklarını (12:4)


Yaratan’ın lütfunda Yaratan’ı görmek Yeşaya’nın, İsrael’in iki krallığının, yani İsrail ve Yahuda’nın lütfu hissetmeleri onlara haz dolu bir sonu müjdelemektedir. Bu Yaratan’la bütünleştikleri Mesih’te ve Ruh’ta bir oldukları o ebedî yaşamın müjdesidir. Orada artık ağlayış ve diş gıcırtısı (Matta 8:12; 13:41-42; 13:49-50; 22:13; 24:48-51; 25:30; Luka 13:28) yoktur, çünkü Yaratan’a yönelmiş olan İsrael artık Mesihleşmiş ve Ruh’ta bunu ilan eder hale gelmiştir. Bu tebliğ Yüce Allah’la yüz yüze gelen Yeşaya gibi, “kendini bilerek RAB’bini bilme” olayıdır. O zaman kendi kirliliğini fark edişte bağışlanma düzeyi gelmektedir. Bağışlanma düzeyinde ise kalp noktası açılmış samimî inanan artık, “yeniden doğuşa” geçmiştir. İşte, bir Mesihî için bu noktada Mesih yüreğe doğmuş ve Ruh yüreği doldurmaya başlamıştır. Önemli olan, Mesih’in “kadından”, yani alma arzusundan doğuşunda, “babası olmaması”, yani “ihsanı henüz bilmeme safhasında olmasıdır”, yani Ruh’un doluluğu yavaş yavaş Mesih’i içimizde büyütecek ve bizi alma arzusundan ihsana getirecektir. Bu noktada biz hem Mesih’e hem Ruh’a benzeyerek, doğal olarak, Yaratan’ın formuna dönüşmeye ve dolayısıyla, “Yaratan suretinde yaratılmış gerçek yaratılış gayesinde insan olmaya” başlamış olacağız. Ve bu muhteşem lütuf ıslahı bizde aynı zamanda dışa doğru bir gelişmeyi de beraberinde getirmiş olacağı için, Ruh’un rehberliğinde bu muhteşem yeni hayat dışa haykırmaya ve başkalarına da ışık olmaya başlayacaktır.


İşte bu, Yaratan’ın Mesih İsa’da ve Kutsal Ruh’uyla gerçekleştirdiği o muhteşem lütfun zaferine verilen en büyük cevaptır. Bu noktaya geldiğimizde O muhteşem Yaratan bizim için artık bizim teolojimiz, bizim bakış açımız, bizim kendimize, mezhebimize, dinimize olan güvenimizin ötesinde sadece salt Yaratan olarak Yaratan’ımız, kurtaran olarak kurtaranımızdır. Bu noktada artık, “öfke dinmiş”, görünmeyen doğamız görünmeyen yegâne Doğa’yla uyumlu hale gelmiştir. Bu, Yaratan’ın kurtarışında kurtulduğumuzun işaretidir. Lütfun zaferi, yani Yaratan’ın ihsan ve sevgisi bizde Mesih olarak kişiselleşmiş, Ruh olarak da ifşa olunmuştur. Bütün bu değişim, bütün bu “kendi rızam için alma arzusu” artık, “Yaratanın rızası için ihsana” dönüşümü Yaratan’ın lütfunun zaferine cevaptır.