X. DÜŞÜŞLER ÜZERİNE ZAFER 4 - İSRAEL I (Yeşaya 9:8-10:15)


Bütün bunlara karşın RAB’bin öfkesi dinmedi. Eli hâlâ kalkmış durumda (9:9)


O’ndan başkası yok (Yeşaya 45:5) ifadesini bir önceki konumuzda da beyan ettik. Eğer siz doğanın karşısında yer alıyorsanız doğa sizden güçlü olduğu için sürekli olarak size karşı davranıyor. Bu da insanî tabirle, tabiatın size öfkesi oluyor. Burada da Yaratan’ın zıddı olan insan, zaman zaman Mısır’daki günlerine özlem duyuyor. Mısır’ın yemeklerini sayıklıyor ve Yaratan’da o zaman bu zıtlığı onlara göstermek için zehirli yemek sunuyor, yani, “beni özlemek” bizi zehirliyor. Özellikle kalp noktasının belirmesinden sonra, yani İsrael olduktan sonra, “beni özlemek” bize “gazap olarak” geri dönüyor.


A. GURURDA DÜŞÜŞ


Kerpiç evler yıkıldı, ama yerlerine yontma taştan evler yapacağız (9:10)


İsrael’in gerçek problemi burada barizdir. Elbette Yaratan’la daha geniş ufuklara doğru hareket ediyoruz. İsrael demek Yaratan’a doğru yürümektir. Ve özellikle Mesih İsa’nın Ruh’un kalpteki noktayı harekete geçirmesiyle bizde başladığı işin devamında kıblemiz, yönümüz artık tamamen Yaratan’ın kendisidir, yani İncil’deki tabirle, “göklerin egemenliğidir”. Önce bu aranırsa bütün her şey insanlığa sağlanacaktır. İncil böyle söylüyor. Efendimizin ifadesi bu konuda oldukça net. Müjde, “tövbe ve göklerin egemenliği” vaazı olarak Mesih İsa’nın Kendi varlığında ve Ruh’un rehberliğinde bize ulaşıyor. Fakat Yaratan’a yürüyen İsrael’in, dolayısıyla Mesih İsa’yla ve Yaratan’ın saran ışığında, yani Ruh’unda Yaratan’a yürüyen kilisenin, bariz bir sorunu olduğu burada vurgulanıyor. Bu sorun aslında hepimizin Mesih’e benzememizde önümüzü kapatan bir durumdur. Bu durum gururun ve “ben’le BEN’in” zıtlığında yaşamaya devam etmemizin sorunudur. Dolayısıyla bu, bir tezat oluşturmakta ve bir direnç doğurmakta ve tabiatın öfkesi, dediğimiz gibi, manevi manada Yaratan’ın öfkesini getirmektedir, çünkü bu, doğamıza aykırıdır. Esas doğamız Yaratan suretinde yaratılmış olduğu halde, ruhun kırılmasında doğamız ne yazık ki, “ben”in, yani kötü eğilimin, kötü olanın tahakkümü altındadır.


Bizler bazen, “kurtulmuşluğun sarhoşluğu içinde” ıslahın önemini unutuveririz. Bize her şey, “ihsan olarak sunulmuştur çünkü”, bu ihsanların içinde ihsanı ihsan etmek için almamız ve Yaratan’a doğru yönelmemiz gerektiğini unutuveririz. Birdenbire rehavet içinde köşede bekleyen, kendimiz için alma arzusuyla donatılmış olan düşmanı, arzuları, olayları göremeyiz.


İsrael de o gevşeklik içindeyken, geçmişin ihsanlarının farkındalığında takılıp kalarak, “biz kurtulduk”, “bize bir şey olmaz” rehaveti içindeyken, birden bire Resin’in hasımlarını halka karşı güçlendirecektir (11. a.). Resin’in hasımları Asurlulardır. Doğal olarak Yaratan, “benin kabardığı noktalarda” “beni alçaltmak için düşmanlarını kaldırmaktadır”. Bu, doğamızda böyledir. Yükselme alçalmayı, alçalma yükselmeyi getirecektir. Çünkü artı ve eksi kutuplar ışığın ışıması içindir.


Allah kibirlilere karşıdır, ama alçakgönüllülere lütfeder (Yakup 4:6)


Örneğin; bir hortuma meydan okuması için, insanın ne kadar akıllı, ne kadar her şeyi kontrol edebilir olduğunu ifade edip durmak delilikten başka bir şey değildir. Oysa yapılması gereken, kişinin kendisini alçaltması hortum karşısında ne kadar küçük olduğunun bilincinde olup, bunun üstesinden gelmek için çabalamasıdır.


B. RAB’Bİ ARAMAMA DÜŞÜŞÜ


Halk kendisini cezalandıran RAB’be dönmeyecek, Her Şeye Egemen RAB’bi aramayacak ( 9:13)

İkinci büyük hata ise sorumlu olan, önderlik konumundaki kişilerin bir türlü pişmanlık nedir bilmemeleridir.


Mana yolunda eğer kişiler önden çekişle devam etmiyorlarsa, yani Mesih İsa’yı giyinip kurtuluşlarında Yaratan’ı edinme gayreti içinde değillerse, Ruh’un rehberliğine kulak vermiyorlarsa, çoğunlukla, şefkat tokatları diyeceğimiz bazı hayat darbeleriyle ıslaha geleceklerdir. Bir yolla bedenlerinin üstüne çıkacaklar ve orada ışığı bir yolda yansıtacaklardır, çünkü yaratılma nedenleri Yaratan’ın suretinde olmalarındadır. Yaratan’ı yansıtma durumundadırlar. Tuz ve ışık olmaları gerekmektedir. Mesih’e dönüşmek durumundadırlar. Aksi takdirde, “göksel Peder’le” aynı formda olamadıkları için Yaratan’a dönüşleri mümkün olamaz.


Bu nedenle düşüşler yükselme fırsatlarıdır, darbeler de ayılıp uyanma fırsatlarıdır. Ama çoğunlukla insanın en büyük hatası darbeler geldiğinde Yaratan’a kaçmak yerine Yaratan’dan kaçmaktadır.


Yaratan’ın öfkesinden kaçmanın en güzel yolu Yaratan’a kaçmaktır. Artık bu öfkenin bizim insanî tabirle söylediğimiz bir öfke olmadığını sanırım anlıyoruz. Yani bu öfke doğaya aykırı davranmanın getirdiği sonuçtur. Bir anlamda, Yaratan’dan kırılarak ayrılan Ruh’un artık doğal olarak Yaratan’a zıt olma halidir. Bu zıtlık öfkedir. Ta ki, kişi, yeniden surete dönüşene dek. Bu nedenle, kendisine sunulan kurtuluş Mesih İsa’da çok açıktır. Kendini bizim uğrumuza feda eden Efendimizin varlığına bürünmek, yoluna koyulmak, onunla birlikte bir manada, “ben”imizi haç üzerinde bırakmak. Ve Oğul gibi Yaratan’ın evlatları olmak. Bütün bunlar mecaz ifadelerdir. Manada çok daha derin olan, “Baba ve Ben biriz” (Yuhanna 10:30) söylemi vardır. O zaman Yaratan, Mesih ve bedeni ve dolayısıyla biz Ruh’ta biriz” söylemine varırız.


C. KENDİ ÇIKARINI ARAMA, KENDİ YIKIMINI ÇAĞIRMA DÜŞÜŞÜ


Kötülük dikenli çalıları yiyip bitiren ateş gibidir (9:18)

Burada İsrael’in önderleriyle birlikte kendi sonlarını kendilerinin getirdiği bize açıklanmaktadır. Gurur ve hayat izlenimlerinden ders çıkarmamak, sonuç olarak kişinin kendi ormanı içinde tehlikeli bir ateş yakmasını getirmektedir. Görüldüğü gibi, “günah”, yani “kişinin hep kendisi için alması” sonucunda aslında kişi kendi kendini helaka götürmektedir. Bu da, doğasının olması gereken yerden uzaklaşması demektir. Bu da, “Yaratan’ın öfkesidir”, yani sonuçtur. Sebep ve sonuç ilişkisinde hızla kötüye eğilimle yoldan çıkmak, Yaratan’ın doğasının zıddına hareket, doğanın öfkesine sürüklemektedir. Öfke cezadır, ceza ışıksızlıktır. İncil’de söylendiği gibi, “karanlıktır”. Orada “ağlayış ve diş gıcırtısı” vardır (Matta 8:12; 13:41-42; 13:49-50; 22:13; 24:48-51; 25:30; Luka 13:28). Yani huzursuzluk esastır, çünkü kişi kendi öz benliğinin olması gereken yerde değildir. Zaten kırılarak, “beni fark etmek için” oldukça uzaktadır. Şimdi “kalp noktası” açıldığı halde daha da uzağa meyletmiştir.


Kardeş kardeşini esirgemeyecek (9:19)


İsrail’e o dönemde gelen altı kraldan beşi birbirlerini öldürmek suretiyle tahta geçmişlerdir. Burada, “benliğin alma arzusunun tatminsizliğinin”, “kendi için almanın” yıkımı aslında tarihî bir hadise içinde gözler önüne serilmektedir.


Ama birbirinizi ısırıp yiyorsanız, dikkat edin, birbirinizi yok etmeyesiniz (Galatyalılar 5:15)


Bugün kilise gerçekten birlik içinde midir? Kilise hizmeti yaptığını söyleyen yüzlerce kuruluşta en hâkim olan şey, “kişisel benlik” sorunu değil midir? Görüldüğü gibi, Yeşaya döneminden, Mesih İsa’nın döneminde ve bugün, “küçük sürünün” dışında, genel insan karakterinde büyük bir değişiklik yoktur. İnsan hâlâ, “ben”inin keşfi peşinde krizlerdedir. Bu, daha da artacaktır. Ta ki, piramidin üstünde olan, “Yaratan’ın suretinde” Mesih İsa’ya ait olan bir avuç kişi, “tuz ve ışık” olarak yandıkça dünya vaat edilen aydınlığa doğru yavaş yavaş devam edecektir, çünkü Yaratan, insanı Kendi tamlığında değil, bir eksiklik payıyla yaratmıştır, bu eksiklik payını insan tamamlayacaktır. Biz buna “takdir-i ilahi” diyoruz, ya da Batılı tabiriyle “Tanrı’nın planı”.


D. ADALETSİZLİK DÜŞÜŞÜ


Sonuç olarak Yeşaya 10. bölümde gördüğümüz adaletsizlik artık insanlarda kurtuluşun olmadığı kanısını uyandıran bir düşüş olarak karşımıza çıkmaktadır, yani kaybolan oğul (Luka 15:11-31) gibi, kişi ışığı görebilmesi için tam karanlığa itilmiştir. Kendi kendini itmiştir. İttikçe Yaratan’a tezat düşmüş ve bu da Yaratan’ın öfkesi dediğimiz koşulu oluşturmuştur. Tarihî açıdan baktığımızda, İ.Ö 722’de İsrael, yani kuzey krallığı çökmüştür. Bu tarihî olayın ardındaki mana, İsrael olarak yola çıkanın, gurur ve izlenimlerini dikkate almaması sonucu kendi kendini bitirmesidir, sıfırlamasıdır. Bir anlamda bu, “Mesih’in gelişi” daha doğrusu Altın Çağ için gerekli bir koşuldur. Çünkü kişinin kendi “beni içindeki”, “bencilliği içindeki” hayatını, bunun zararlarını tam olarak görmeksizin bir yere varması mümkün değildir. Ölmeden diriliş olmadığı gibi, duymadan anlama da olmaz. Bu duyuşta hissetme söz konusudur, bu duyuşta, “bakmayla görme” arasındaki fark mevcuttur.


Yaratan’ın, biz O’nun suretine dönüşmedikçe, O’nunla eşit forma ulaşmadıkça elini indirmeyecektir. Bu forma dönüşmemiz için de Ruh’un uyandırışı, yani “yukardan verilenin” alınması gerekmektedir. Bu da, “Mesih İsa’nın kalp noktası” olarak alınmasıdır. Yahya’nın, “gökten verilmedikçe” sözünde olduğu gibi (Yuhanna 3:27).


İnsan, ne yazık ki, diğer insanlarda Yaratan’ı göremediği ve Mesih İsa’yı özellikle manevi manada kurtarıcısı ve efendisi kabul edemediği için en büyük ihtiyacını görememekte ve en büyük eksikliğini teşhis edememektedir. Bu da, yanlış bir korkuyu getirmektedir. İnsan, insanın öfkesinden ve insanın eleştirisinden korkmaktadır. Oysa doğası itibariyle, yaşadığı doğanın kendisini saran görkemi içinde, “O’ndan başkası yok” (Yeşaya 45:5) ilkesinde, Yaratan’dan korkmamaktadır. Bu korku, “cehenneme atılma korkusu” ya da dinî birtakım korkular anlamında değil, “bir genetik ilminin” dehşeti önünde ne yapacağımızı şaşırma, görkemi alkışlama ve görkem ortasındaki küçücük zerre oluşumuzun korkusudur.


E. YARGI


Vay haline Asur, öfkemin değneği! Elindeki sopa benim gazabımdır! (10:5)


Yargı bize yukardan gelen şefkat tokadıdır. Yargı yukardan gelen bir darbedir. Bazen insanlar karşılarına çıkan sorunları adeta aşılmaz gibi görmektedirler. Oysa onlar birer ıslah aracı olarak kullanılmaktadırlar. Aslında daha sonra bir ıslah aracı olarak kullanılan araç da sonunda yargı altındadır. Çünkü her şey ama her şey belli bir formülle sebep ve sonuç ilişkisine tabidir. Sonunda Asur’un da yargılanacağı Kutsal Yazılarda açıkça belirtilmektedir. Kâinatta her olumlu ya da olumsuz yasa ve sistem birbiriyle bir bütünlük bağı içindedir.


Asur kralının kibirli yüreği, övüngen bakışları yüzünden cezalandıracağım (10:12)


Efendimiz İsa Mesih’in dediği gibi, kişi kendisini inkâr edip, haçı yüklenip, Mesih’in ardı sıra gitmedikçe gerçekten de Yaratan’a yürümüş olmayacaktır (Matta 16:24; Markos 8:34; Luka 9:23).. Bu bağlamda kişiler gurur ve izlenimlerinden öğrenememe durumunda sonuçlarına katlanmak zorunda kalacaklardır, çünkü Yaratan’a zıt düşmede, “öfke” dediğimiz bir sonuç vardır. Ve öfkeyi çeken “ben”dir, “ben”ler “ben”lerle yargılanırken, “ben” de “BEN”in yargısı altındadır. Bu ta ki, ıslaha, yani kendi için alma arzusunun ihsana dönüşmesine kadar sürecek olan bir durumdur.


Balta kendisini kullanana karşı övünür mü? (10:15)


Seni başkasından üstün kılan kim? Allah’tan almadığın neyin var ki? Madem aldın, niçin almamış gibi övünüyorsun? (1. Korintliler 4:7)