17. LUTHER’İN KİŞİLİĞİ

Luther’in kişiliğinin en derin gizleri hiçbir zaman tam olarak açıklanamaz. Kişinin doğduğu ve yaşadığı çevresini ince ayrıntılarına dek bilebiliriz; soyaçekim ve eğitiminin ana ilkelerini de bilebiliriz, ama bütün bunlarla son biçimini alan, olgunlaşan kişiliği açıklayamıyoruz. Kişiliğin asıl yaşam kaynağı, derin ve gizli pınarlardan akıyor.

Luther’in fotoğraflarını her yerde satın alabilirsiniz. Bunlardan en çok tanınan tip yaşlı, şişko olan Luther’dir. Bu fotoğraf ya da tablolar genellikle Luther’in arkadaşı Lucas Cranach’ın, kendi oğullarının ve öğrencilerinin yapıtlarına dayanıyor. Gerçekte elimizde ancak beş adet asıl ve tarihsel olarak Luther’e benzeyen portre vardır. Ötekiler az çok hayal ürünleridir. Ne yazık ki, zamanın büyük ressamları Holbein ve Dürer, reformcunun portresini hiç yapmadılar. Cranach ise, kuşkusuz büyük bir ressam değildi. Ama yine de bu portreler bize Luther’e ilişkin bir izlenim veriyor. Kaba ve güçlü yüzü, çiftçi soyunun kanıtıdır. Kıvırcık saçların kapladığı iri ve yüksek alınlı başı, dâhiliğinin ifadesidir. Burnu, ağzı ve güçlü çenesi, kararlılığını, çalışkanlığını gösterir. Dik duruş ve geniş omuzları, kendisine güvenen güçlü kişinin, ağız ve çenesinin ince ifadeleri ise, hoşgörülü ve sessiz melankolinin izlenimini veriyor. En göze çarpan özelliği bakışıdır. Arkadaşları onda parlayan iyiliği ve sevgiyi görürken, düşmanları gözlerinde şeytansal bir şey görüyorlardı. Leipzig tartışmaları zamanında savaş ve acıların yıprattığı Luther öyle zayıf düştü ki, başı bedenine göre olağanüstü büyük gözüküyordu, ama Worms’a gelince güçlendi kuvvetlendi. Gerçi kanıtlandığı gibi, portreler biraz aşırıya kaçsa da, Luther’in acılı son yıllarında çok kilo aldığını biliyoruz.

Luther’in kişiliği, bize olağanüstü çok yönlü, hatta aykırılıklarla dolu bir karakter gibi geliyor. Düşmanları Luther’in zaaflarından oluşan sayısız listeler yapmışlardı. En büyük zaafı kızınca aşırıya kaçan öfkesiydi. Kimi zaman kendisinden çok emin, aşırı derecede atılgan, inatçı ve eğilmez olurdu. Çok cesurdu, tehlikelerin büyüklüğünü anlamazdı. Öte yandan da fazlasıyla kendisini hor görüyordu, alçakgönüllüydü. Güvendiği insanlar da onu kandırabiliyor, güvenini kötüye kullanıyorlardı. Parasal değerler söz konusu edilecek olursa, onu sorumsuz cömertliğinden dolayı suçlayabiliriz.

Luther’in kaba konuşmalarına ilişkin suçlamalara gelince, aynı suçlamalar Luther’in yakılmasını isteyen düşmanlarına neden yöneltilmiyor acaba? Tartışmalarında hiçbir zaman gizli bir amacı yoktu ve kendi önemini vurgulamıyordu. Bu güçlü tartışmalar, onun kolayca incitilebilen adalet anlayışından, peygamber gibi olan gerçeği sevmesinden kaynaklanıyordu. Reform için Allah tarafından ikna edildiğini anımsayacak olursak, o zaman ağır vuruşlarından kimisini anlayabiliriz. Luther aslında içine kapanık, insanlardan çekinen, ancak evine karşı saldırıldığı zaman yiğitçe kükreyen bir çiftçiydi.

Luther’in olağanüstü cömertliğine dair suçlamalar doğruysa da, suçlayanlar dinine bağlı olan bu insanın büyüklüğünü anlayamadılar. Onda yalnızca çocuklar ve çocuk gibilerde olan bir özellik vardı: Açık gönüllü, kendi yararını aramayan biri olduğu için bütün yüreğiyle serbestçe, sevinçle kendini o ana, o anın verdiği görevlere adayabiliyordu. Bir vaaz, bir sofra konuşması ya da ikili bir görüşme olsun, kendini buna tümüyle verirdi. Aldıkları armağanların değerini anlamayanlara ya da yüreğinin iyiliğini görüp de bunu kötüye kullananlara Luther, zamanını, parasını, çalışmalarını, gücünü harcadı. Luther tarihin tanıdığı en verimli yazarlardan biridir. Yazdığı 350 yapıtın hepsi, o anın gereksinmeleri için açılan zengin yüreğinden akan sözlerdir. Kendisini önemli saymak, hesaplı yaşamak âdeti değildi. Başkalarının gözlerinde taklit edilecek bir örnek olmak istemiyordu bile. Her zaman davranışlarında kral gibi özgürdü. Bütün resmiyetlerden uzaktı, ancak doğal olarak yürekten gelen şeylere değer veriyordu. Onun için önemli olan yürüttüğü davaydı; kendi kişiliğine önem vermiyordu. Luther Rab’bin ‘kutsal kaygısızlığın övgüsünü’ (Matta 6:19-34) göz önüne alarak cömert ve kaygısız olarak yaşıyordu.

Luther’in dolaysız, doğa tazeliğindeki kişiliğinde bütün dahilerde de olan ortak bir özellik var: Doğa sevgisi. Ağır işlerinin ve içindeki savaşların altından kalkarak bir taşra vaizi gibi ara sıra bahçesine gidip ağaçları budar, çiçekleri sular, kuşların ötüşünü dinler, meyve çeşitlerini araştırırdı. Worms ve Koburg’ta olduğu gibi, öldüğü gece de açık pencere önünde, yıldızların sessizliğini seyrederek dua ediyordu. Onun olağanüstü dil ustalığı, çabuk bulunan ve çarpıcı benzetmeleri doğa sevgisinin, geniş anlayış yeteneğinin bir kanıtıdır.

Luther’in kişiliğinin bir yönü de mizah anlayışıdır. Bu da doğallık ve cömertlik özellikleri gibi çiftçi soyundan gelen bir kalıntıdır. Luther tarihin tanıdığı büyük mizahçılardan biridir. Mizah anlayışı açık fikirlilik, zeka ve insanlarla olaylara karşı hoşgörü gerektirir. Kendisi hakkında yaptığı şakalar, gerginliği azaltıp önemli işlerde daha akıllıca davranmasını sağlardı. Ama bu özellikle birlikte, Luther’deki kimilerine göre hastalık halini almış olan melankoliyi unutmamalıyız. Bu iki özellik onda yan yanaydı. Luther’in, tarihte görülmeyecek kadar büyük olan suçluluk duygusu tek tek günahlardan değil, Allah önünde olan tüm yaşamının genel bozukluğundan ileri geliyordu. Bunu da kimileri hastalık olarak yorumluyorlar. Luther’in bütün yaptıklarının ruhunun hastalığından kaynaklandığını öne sürenler de var. Ama buna kesinlikle şöyle karşılık vermeliyiz: Öyle zannetseler bile, Luther olağanüstü görevini başardı. Luther hem ruhsal hem de bedensel yönden çok acı çekti. Hazımsızlık, romatizma, dayanılmaz baş ağrıları, uykusuzluk, böbrek taşları, hemoroit ağrısı çekiyordu. 1527 yılında başlayan sinir sisteminden gelen kalp spazmları vardı. Bunlar çok duygulu ve yetenekli insanlarda sık sık görülür. Hastalık ve onun getirdiği sıkıntılar Luther’i daha çok Allah’a güvenmeye itti. Ama reformasyon, Luther’in hastalığından kaynaklanmadı, bunlar ayrı şeyler.

Katolikler ellerinden geldiğince Luther’in kişiliğini ve işini karalamaya çalışıyorlardı. Luther’in ölümünden bir yıl önce İtalya’da onun soyunu ve ölümünü anlatan hayali öykülerden oluşan bir kitap yayınlandı. Katolikler bu öyküyü çok anlatırlarmış. Dediklerine göre, Luther annesiyle İblis arasındaki zina sonucu doğmuş. Ölmeden önce de cesedinin kilisenin mihrabına konulmasını, Allah gibi tapınılmasını emretmiş. Ama babası İblis gelip onu öyle bir güçle almış ki, kilisede bir hafta boyunca kükürt kokmuş. Luther bu kitabı Almanca’ya çevirip yayınladı. Önsözünde, kitabı nerdeyse sevinç ve mutlulukla okuduğunu belirtti. Çünkü Papa ve yandaşlarının kendisinden canı yürekten nefret ettiklerini gördükçe, ağrılar içinde inleyen bedenini daha iyi hissediyordu. Sonra, bu tür saldırılar yarar getirmeyince, Katolikler Luther’in ruh hastası olduğunu vb. savları ileri sürüyorlardı. İşin doğrusu, Luther’in kaçak bir rahibeyle evlendiğini, ayyaş olduğunu, vb. savları ileri sürüyorlardı. Aslında, Luther yaşam şekliyle çağdaşlarından çok üstündü. Midesi için olağan çiftçi yemekleri yerdi, sarhoşluğun olağan bir şey sayıldığı bir zamanda bira ve şarap kullanmada ölçülüydü. Açıkça kralların, kayserlerin, kardinallerin, birçok Papa’nın da ayıp sayılan zührevi hastalığa yakalandığı bir zamanda Luther’in en yakın keşiş arkadaşları, onun ahlaksal yönden çok iyi olduğunu söylerlerdi.

Luther, ruhsal yönden her şeyi ölçebilen bir Tanrı adamıydı. Ama kişiliğinin en derin gizi, tümüyle inancına adanmış, vicdanına bağlı bir kişi olmasıydı. Allah’ın huzuru vicdanında bulundukça, her şey iyiydi. Allah’ı bulmasıyla az kalsın yok olacaktı. O, Allah’tan uzak, terkedilmiş, Allah öfkesinin altında kalmış bir kişiydi. Ama günahlarının bağışlanmasının verdiği evlatlık hakkını, huzuru, sevinci, gönül borçluluğunu da biliyordu. “Günahların bağışlandığı yerde yaşam ve mutluluk vardır.” Bu denenmeden sonra en büyük sorun şuydu: Allah’a nasıl yakın kalabilirim? Tüm yaşam O’nun huzurundadır. Yaşamın görevleri ve zorlukları, gönül borçluluğu ile içten bağlılığı yaratan Allah’ın armağanlarıdır. Luther hiçbir zaman bir görev peşinde koşmadı; görevler ona verildi, onu işe zorladı. Allah günlük yaşamımızın ufak tefek işlerinde bizi koruyorsa, hepsinden büyük ve önemli olan canlarımızın kurtuluşu O’nun elinde değil midir? Allah’a yücelik vermek, insanlara yardım etmek ve avuntu bulmak… İşte, Luther’in yaşam kaynağı buydu.