3. HUZUR ARAYIŞI

Erfurt’taki Augustinusçular’ın manastırı, Fransiskenler ve Dominikenler’in manastırları gibi dilenci keşişlerin manastırıydı. Bu manastırda yaşam çok sert ve tekdüzeydi. Luther’in özellikle bu manastıra girmesi herhalde oradakilerin keşiş yaşamını ve Allah yolunda yürümesini ciddiye almalarına dayanıyordu. Çünkü kimi manastırlardaki yaşamın yozlaştığı herkesçe biliniyordu.

Luther, manastıra girmesinin geçici bir karar olmadığı belli oluncaya dek, manastırın konuk evinde kaldı. Sonra acemi keşiş olarak başka bir keşişin sıkı denetim ve buyruğu altına verildi. Daha keşiş elbisesini giymeden, büyük bir törenle keşişlerin arasına katılmadan, Luther attığı adım için babasının onayını istedi. Babasının yanıtı, Luther’in korktuğundan da ağırdı. Babası ona yine “sen” diye seslenmekle kalmadı. “Bütün babalık hakkını helal etmeyeceğini” de söyledi. Annesi ve akrabaları da kendisinden hiçbir haber almak istemediklerini bildirdiler. Luther tek başına kaldı. Sıkıntısı daha da artıyordu. Ama beklenmedik bir zamanda Mansfeld’ten değişik bir haber geldi. Luther’in küçük kardeşlerinden ikisi vebadan ölmüşlerdi. Aynı zamanda Martin’in de aynı hastalığa tutulduğu söylentisi eve ulaştı. Bu söylentinin yanlış olduğu anlaşılınca, babasının yüreği yumuşadı, oğlunun attığı adımı onayladı.

Artık manastırın bir üyesi olduğundan Luther’e bir oda verilmişti. Hiçbir ısıtma aracı olmayan, uzunluğu üç, genişliği iki metre olan odanın içinde sadece yatak, masa, iskemle ve ufak bir lamba bulunuyordu. Günler çeşitli görevlere bölünmüştü. İtaatli olması ve kendi isteklerinden vazgeçebilmesi için Luther’e büyük, küçük, çeşitli günlük görevler verildi. Manastır kilisesinde her üç saatte bir dua toplantısı yapılıyordu. Bunlara, çok önemli başka bir görevde bulunanlar dışında herkesin katılması zorunluydu. Luther’e, keşişlere özgü davranışlar, boynu bükük ve gözleri yerde yürümek, en ufak bir gülme isteğini kendinden koparmak ve söyleyecek önemli bir şey olmadığı zaman konuşmamak, öğretildi. Ara sıra Luther dilenmek için manastırdan sokaklara çıkmak zorundaydı. Manastırdayken ise, her gün Kutsal Kitap’ın belirli bölümlerini ve eski duaları okumak zorundaydı. Kendi düşüncelerini ve en derin benliğinden gelen isteklerini durmadan denetlemek çok önemliydi; çünkü her hafta günah çıkartılıyordu. Duygulu, vicdanlı ve melankolik Luther, yöneticilerin dikkatini çabuk çekti. Başka keşişler de onu kıskanıyorlardı. Yöneticilerden biri Luther’e karşı dürüst ve arkadaşça davranıyordu. Özel bir iyilikte bulunarak ona daha okuması gerekmeyen kitapları veriyor ve çeşitli konularda onunla konuşuyordu. Luther, Allah’ın öfkesi altında kendisinin umutsuz durumundan söz edince, “Rabbimiz’in bize umutlu olmayı buyurduğunu bilmiyor musun?” derdi. Başka birisi de ona, “Günahların bağışlanmasına inanıyorum” sözlerini anımsattı. Daha sonra Luther, kendi eğitimcisi için, lanetli keşiş elbisesinin içinde onun gerçek bir Hristiyanolduğunu söylerdi.

Ara sıra Luther’in daha kolay zamanları da oluyordu. Kimi kitaplar üzerine öyle çalışıyordu ki, onları ezberliyordu.

1506 yılının sonbaharında Luther yoksul, ahlâka uygun ve itaatli olmayı vaat ederek tam bir keşiş oldu. Keşişlerin inandıklarına göre kendisi de şimdi ‘banyodan yeni çıkmış suçsuz bir çocuk’ gibi olduğuna inanıyordu. Ama eski huzursuzluk ve sıkıntı yine başladı. Bu yüzden Luther daha çok okuyup papaz olmak istiyordu. 1507 yılının ilkbaharında Luther, papazlık görevine atandı. Böylece ‘diriler ve ölüler uğruna kurban sunmak için’ Allah’ın huzuruna çıkmaya yetki aldı. Zamanın âdetlerine uyarak papazlık görevi yaptığı ilk ayine babasını da çağırdı. Zenginleşen babası yirmi atlıdan oluşan bir kurulla gelip manastıra büyük bir armağan bağışladı. Kutsal görevi yapmak için kiliseye çıkma zamanı gelince, Luther birdenbire kendi değersizliğini anlayarak korkuya düştü, dizlerinin bağı çözüldü, kaçmak istedi. Ayinden sonraki yemekte Luther, Stotterheim olayını anlattı. Bunun kendisine Allah’ın çağrısı olduğunu söyleyince de babası Luther’in sözünü keserek, “Bu belki de İblis’in sesiydi” dedi ve konuşmaya son verdi. Luther yaptıklarını bir daha savunmaya kalktığı zaman, babası yüksek mevkili kilise adamlarının yanında, “Sen annene ve babana saygılı ol buyruğunu işitmedin mi?” diye bağırdı.

Emir üzerine Luther okumalarını sürdürdü, ama içindeki huzursuzluk gittikçe artıyordu. ‘Yeni yol’ denilen, o günlerde moda olan felsefeyi iyice araştırdı. Bu felsefeye göre insan kendi doğal gücüyle günahlarından pişman olup onlardan tiksinebilir ve Allah’ı her şeyden çok sevebilirdi. Luther kendinde bu yeteneği bulamadığı için, ötekilerden daha kötü olduğuna inanıyordu. Aynı zamanda, yine bu felsefeye göre, acımasız ve kaprisli olan Allah’la karşı karşıya gelmiş oluyordu. Daha okumalarını bitirmeden, Luther biraz önce kurulan Wittenberg Üniversitesi’nde felsefe profesörlüğüne getirildi. Bununla birlikte Wittenberg manastırının keşişi oldu. Luther 1508 sonbaharından 1509 sonbaharına dek, ilerde süreklice oturacağı bu kentte kaldı. Ertesi sonbahar eski manastıra, bu sefer öğretmen olarak döndü. Bu zamandan kalma, Luther’in sayfaların kenarlarını kendi notlarıyla doldurduğu kitapları ve ilk vaazları hâlâ elimizde mevcuttur. Kitaplarının sayfalarına yazdığı notlardan içinde sürüp giden savaş belli oluyor. Bu kitaplardan biri ünlü kilise babası Augustinus’un yapıtıydı. Kitap ‘önceden seçiş’, yani Allah’ın kimi insanları dünya kurulmadan önce sonsuz yaşam için seçtiği, başkalarını ise kendi kaderine bıraktığı konusu üzerine yazılmıştı. Bu konu Luther’i yalnız bir öğreti olarak değil, kendi yaşamının büyük bir sorunu olarak da düşündürüyordu.

Luther’in öğretim görevine, 1510-1511 yıllarında gerçekleşen Roma yolculuğu için ara verildi. Roma’ya, keşişlerin temsilcisi olarak, aralarındaki bir anlaşmazlığı çözmeye gönderildi. Luther, Roma’ya tarihsel yerleri görmek isteyen bir turist gibi gitmedi. Luther’in Roma yolculuğu, bir hac yolculuğuydu. İlk Hristiyanlar’ın ve şehitlerin yaşadığı katakomp denilen mezarlık mağaralarını ziyaret etti. Hacıların töresine göre bir günde yedi büyük kilisenin hepsinde dua edip kutsal emanetlere saygı gösterdi. Öbür hac yolculuğundaki papazlar gibi, Roma’daki kiliselerin sunaklarında ölüler için dua etme sırasını bekledi. Büyükbabası için dualar okudu. Kendi ana ve babasının hâlâ sağ olmasına üzülürdü, çünkü ölmüş olsalardı, şimdi onların Araf’ta olan acılarını ve kalma süresini azaltabilirdi. Roma’daki en ünlü yerlerden biri Pilatus’un merdivenleriydi. Bu merdivenlerin üzerinde Pilatus’un İsa’yı kırbaçlattığına ve ölüm fermanını okuduğuna inanılıyordu. Aslında Kudüs’te bulunan merdivenleri meleklerin, Kudüs’ün harap edilmesinden sonra Roma’ya taşıdığı söyleniyordu. Bir insan, merdivenlerin yirmi sekiz basamağını ciddi olarak diz üstünde yürüyerek, her birini öperek, ‘Göksel Babamız...’ duasını okuyarak çıkarsa, bir canı Araf’tan kurtarabilirdi. Luther bunu büyük babası için yaptı, ama bitirdiğinde, ‘Bunun gerçek olduğunu kim bilir?’ diye bir kuşku uyandı içinde. Bu kuşkusunu papaza anlatıp af diledi, ama bu da ona huzur getirmedi. Aksine başkent kiliselerindeki bozukluğu ve hafif Rönesans yaşamını görünce daha kötü oldu. Birçok papaz kutsal ayinleri çabuk ve dikkatsizce yapmış ve ona da aynen yapmasını öğütlemişti.

Luther, Roma yolculuğundan büyük bir sıkıntı içinde döndü. Erfurt manastırındakilerle araları açıldığı için, oradan ayrılıp Wittenberg’e taşındı. Kendisi fark etmeden, Allah’ın güçlü ve iyi eli yaşamını böyle yönlendirmişti. Wittenberg Üniversitesi’nde profesör ve aynı zamanda Augustinusçu manastırların başmüfettişi, iyi ve yetenekli ruhani öğütçü John von Staupitz vardı. Staupitz Luther’i önceden de tanıyordu. Staupitz’in buyruğu üzerine ağır düşüncelerin içinde olan Luther, 1508 yılında Erfurt’tan Wittenberg’e atandı. Staupitz ve Luther arasında yakın bir arkadaşlık kuruldu. Staupitz Luther’i durmadan kendi çevresinde dönen düşüncelerinden kurtarmak için bir göreve bağlamak istedi. Luther’e tanrıbilim doktorası yapmasını ve sonra da vaizlik görevine girmesini önerdi. Bu konuda manastırdakilerin isteği üzerine Luther’le daha önce de konuşmuştu, ama boşuna…

1511 yılının sonbaharında Luther manastırın bahçesinde, armut ağacının altında dinlenirken Staupitz yanına gelerek, “Sayın hocam, yapacak bir iş olsun diye tanrıbilim doktoru ve vaiz olmanız gerekir” dedi. Bunu yapmamak için Luther toplam on beş engel sıraladı. Başka birisini bulmalıydılar, çünkü kendisi çok yaşamayacaktı. Staupitz Luther’in sözlerine önem vermeden, “Siz bütün keşişlerden ve babalardan daha mı iyi bilirsiniz?” diye yanıt verdi. Luther acı dolu sesiyle, “Sayın doktor, beni öldüreceksiniz” diye bağırdı. “Buna üç ay bile dayanamam!” O zaman Staupitz sevgi, anlayış ve ruhsal bilgelikle dolu olan şu sözleri söyledi: “Allahımız’ınyapacak çok büyük işleri olduğunu bilmiyor musunuz? O’nun da bilgili ve yetenekli insanlara gereksinmesi var. Ölseniz bile, cennette de O’nun meclisinde kimi tanrıbilimcilere yer var.” Konuşma böyle bitti ve Luther onun isteğine boyun eğdi. 1512 yılının Ekim ayında Wittenberg’teki bütün kiliselerin çanları çalarak Martin Luther’in bir tanrıbilim doktoru unvanını gösteren Kutsal Kitap’ı, şapka ve yüzük aldığını haber verdiler. Doktorluk andını içerken Luther, Kutsal Kitap’a bağlı kalacağını ve elinden geldiğince Kutsal Kitap’ın öğretilerini savunacağını söyledi. Az sonra Luther, felsefe profesörlüğünden tanrıbilim profesörlüğüne atandı. İlk olarak Mezmurlar’ı ve Pavlus’un Romalılar’a Mektubu’nu yorumlamaya başladı. Sonraları Luther, tanrıbilim doktoru olduğu zaman savunacağına ant içtiği gerçekleri daha bilmediğini söylerdi. İncil’in müjdesinin aydınlanmasından önce, Luther’in çabalama dolu yaşamında ne denli sıkıntılı zamanlar geçirdiğini, kendisinin korkunç bir ruhsal savaş içinde olduğunu biraz olsun gördük. Şimdi biraz daha bu “Merhametli Allah’ı” bulma çabasını inceleyeceğiz.